Binlerce gece geçti dünlerde birileri vardı her şeyini
dünyaya bağlayan, ona delicesine bağlanan. İnsan neden bâkiye bağlı kalmaz da
faniye bakar?
Gözler görmez mi, yürek bilmez mi mezar taşlarını kimler
geldi kimler geçti... Şu dünya kaç yüz yıldır dönüyor dönüyor da her an yeniye değil
eskiye dönüyor.
Hangi şey üzerine güneş doğup battıkça küçülüyor ya da yeni
kalıyor? Bebek doğuyor büyüyor, çekirdek ağaç oluyor meyveye duruyor. Geceler
sabahı, sabahlar geceyi kovalıyor.
Günler geçiyor ama biz farkında değil gibi yaşama telaşıyla;
batan güneşi olan sabahı ömrün bitimi olarak görmüyoruz her nedense?
“Daha dün kucağımızdaydın” diyoruz onun büyümesi, bizim
yaşlanmamız anlamını taşımıyor mu? Taşıyor da bunu kendimize yakıştırmıyor
muyuz acaba?
Yanımıza bakıyoruz (bakıyorum) da ilk ve ortaokul, lise,
komşu eş dost tanıdık derken birileri gelmiş geçmiş yanımızdan. Çoğu artık
yakınımızda bile değil. Çoğu göç eylemiş bile.
Bu ne anlama geliyor biliyoruz ama hatırlattığı tek şey ÖLÜM
olunca susuyoruz. Bir Cuma ziyarete gidiyoruz ya da bir bayramda mezarlıklara.
Bakıyor, dalıyoruz derinlere, onlarla olan o günlere.
Gözlerde bir damla yaş. Onlu anlar takılıyor, gönlün acı yerlerine ama her şey
ardımıza dönüp gelinceye kadar.
Binlerce gece bitiyor, akıl ölümün idrakına varsa diyorum
insan kötü olamaz. Kötülük yapamaz yarın öleceğini bilse. Yapamaz birilerini
kıramaz ya birkaç saat ömrü kalan biri.
Hz. Adem zamanında kadının biri ağlamış oğlu öldü diye.
Yanına yaklaşan bir başka kadın sormuş, “Neden ağlıyorsun oğlun öldü diye mi?
‘Evet’ demiş kadın; ‘O çok gençti, sadece yüz sene yaşadı.”
Diğer kadın; “Bak ben sana bir şey anlatayım. Hz. Adem’den
duydum, ahirete yakın öyle bir nesil gelecek ki ömürleri sadece elli atmış sene
olacak.”
Kadın şaşkınlıkla sorar; “SAHİ Mİ?” Kadın devamla; “Ne
yapacaklar o kadar zaman yaşayıp ben o kadar zaman yaşayacak olsam çadırımın
ipini değil kazığını dahi sökmezdim” demiş. Kadın “Vallahi Hz. Adem dedi ki;
onlar yüksek binalar yapmada birbiriyle yarışacaklar” der.
Bizim ömrümüzde kaç gece bitti, kaç gün yarına devretti
yerini? Bebekler büyüdü askere gitti, kızlar gelin oldu. Yeni nesiller büyüdü
yürüdü. Yaşımız 60’larda ama kucağımızda büyüyenlerin bebekleri oldu. Onlar
anne baba oldu ya biz? Aynadaki yüz hala aynı mı?
Evet sevgili dostlar; “Al-i İmran / 185. Ayet’te, ‘HER NEFİS
ÖLÜMÜ TADACAKTIR!” diyor. Bu son kaçınılmaz. Öyle ya da böyle hepimiz tadacağız
bu sonu.
Ve bu gece de yarın olacak, yarın ertesi güne bırakacak.
Yerini güneş alıp yarını da ısıtacak. Mevsim kışa dönse de; önce gün, sonra
gece, sonra mevsim bırakacak yerini hep yeni yarınlara.
Ve bizlerde bir gün tüketeceğiz ömür sermayemizi, yavaşça
emaneti sahibine bırakacağız. Ölüm derken dünyadan geçmek değil ki kasıt,
yanlıştan dönmek asıl kasıt.
Korkup uzaklaşmak değil dünya sancılarından iki denge üzerinde
oturtabilmek yaşam çarkını. Dünya ve ahiret dengesini kurmak, burada ekmek
oraya azık götürebilmek.
Kimseyi dünyadan soğutmak da değil maksat sadece ölümü
hatırlatıp insanlara, topluma yarar sağlayacak, pişman olmayacak şeylere davet
bir yerde.
Yaşamı bu şekilde gören neden kırsın ki çevresindekileri?
Neden yapsın ki kötülükleri? Yarına güzellikler bırakmak değil mi yaşamdaki tek
gaye?
Yarınlarda ardına güzellikler sunana ne mutlu! Adını
gönüllere yazanlara ne mutlu!
Adı anılınca gülücükler açtıranlara ne mutlu! Ölüm Mevlana
gibi vuslat gören, Mevlana gönüllülere ne mutlu!
Bu vesile ile Hz. Mevlana’nın ölüm üzerine söylediği şu
sözlere bakmakta fayda var; “Oğul! Herkesin ölümü kendi rengindedir. Allah’a
vuslat olduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere ve ölüme düşman olanlara,
ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost
gibi çıkar.”
“Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu
istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun; sen kendi günah ve gafletlerinden
korkuyorsun.”
“Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun; ölümün
çehresi değil, kendi çirkin yüzündür. Senin rûhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o
ağacın yaprağıdır. Her yaprak, ağacın cinsine göre tezâhür eder…”
“Kıyamet günü, alacalı öküzler, yani kötü düşünceli kâfirler
ve fâsıklar için korkunç bir kurban bayramıdır. O gün, öküzlere ölüm,
müʼminlere ise bayram günüdür.”
Velhasıl ölüm, bir yok oluş değil, ebedi hayata doğuştur.
Nasıl ki bir bebeğe göre dünyaya geliş bir doğum oluyorsa, ruhun bedenden çıkıp
alem-i berzaha gitmesi de bir başka aleme doğuştur. Oradan da ebediyet yurdu
olan ahirete bir doğum olacaktır.
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz