İnsanlar bazı özellikleri bakımından birbirlerinden farklı olarak yaratılmışlardır. Yeryüzünde 6 binden fazla etnik grubun yaşadığı belirtilmektedir (Atalay, 2011, 414).
Ülkelerin nüfusunu oluşturan toplumların farklı kültürlere sahip olması hukuk, insan hakları ve özgürlükler açısından ayrımcılık, ötelenme, kin, nefret ve düşmanlık unsuru değil; birbirlerini tanıma ve yaklaşmaya sebep olan birer zenginlik unsuru olmalıdır.
Yüzyıllarca farklı medeniyetlerin beşiği olan sınır ülkesi Türkiye, Doğu ve Batı kültürlerini sentezleyen bir bölge olmakla beraber, tüm Türk Dünyası’nın da merkezi konumundadır (Şimşek, 2014, 3).
Türk halkı ve yönetimleri mensup olduğu inanç ve örflerin gereği olarak sadece ülkesinde yaşayan etnik topluluklar arasında değil; tarih boyunca egemenliği altında yaşayan diğer toplumlara da insan hak ve hürriyetleri, adalet, eşitlik, şefkat ve merhamet duygularıyla yaklaşmışlardır.
Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Bu yüzden Anadolu topraklarında yüzyıllarca farklı inanç ve etnik yapılara mensup gruplar kardeşçe bir arada yaşamışlardır.
Egemen güçlerin göz diktikleri coğrafyalarda çıkarları uğruna oluşturdukları fitne, fesat ve karışıklığın yeryüzünde zirve yaptığı günümüzde bile söz konusu unsurlar kardeşçe bir arada yaşamaya devem etmektedirler.
Türkiye halkları mensup olduğu İslam Dini’nin de gereği olarak vatansever, milli ve manevi değerlerine bağlı, fedakar, cesur, iyi niyetli, dürüst, güçsüz ve zayıfın yanında, zalimin karşısında, hürriyet ve bağımsızlığına son derece düşkün özelliklere sahiptir.
Bütün bu hasletler ülkenin birliği, beraberliği, bütünlüğü ve geleceği için son derece büyük önem taşırlar. Sahip olunan bu ulvi ve evrensel müspet değerler diğer dünya toplumları ile devletleri arasında da barış, adalet, huzur, yardımlaşma ve işbirliğinin gelişip pekişmesi açısından son derece önemlidir.
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz