Prof. Dr. Ahmet Bedir, ‘kitaptan ilmi olan biri’ ve Sebe Kraliçesi Belkıs’ten şöyle söz etmektedir:
Hz. Süleyman’ın yanında ‘kitaptan ilmi olan biri’ olarak bahsedilen kişinin Asaf b. El-Berhiya olduğu belirtilmektedir. Bu zatın cinlerden olduğu söylendiği gibi, Hz. Cibril veya Hz. Süleyman’ın kâtibi, Estum, Endülüslü Zünnur veya Hızır olduğu ve İsm-i Azamı bildiği rivayet edilir.
Kuran’ın beyanına göre, bu zat, Allah’tan hususi bir ilme sahip olup (ilm-i ledün), Allah’ın isimlerinden, kendisi ile dua edilince kabul edilen ism-i azamı biliyordu.
Belkıs’ın tahtını, göz açıp kapayacak kadar, kısa bir sürede Me’rib’den Kudüs’e getirebileceğini söylemiş ve bunu, Allah’ın izni ile bir keramet olarak yapmıştı. Burada bilim ve teknolojik açıdan, maddenin ışınlanabileceği, iması verilmiştir.
Olay, Allah’ın, bu güzel insana bir ihsanı olsa bile, müminlere teknolojik gelişmelerde önemli bir kapı açmaktadır. Allah, kulu Asaf’a vermiş olduğu ihsanı diğer kullarına da verebilir. Asafel-Berhiya’nın Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde, ‘Harun Tepesi’ diye bilinen yerde kabri mevcuttur.
Yalnız yöre halkının bazısı, bu zatı Harun Peygamber olarak bilmektedir. Ayrıca Ayasofya’yı ilk defa O’nun yaptığı da İbn Batuta tarafından nakledilmektedir.
Strabe, Sebelilerin altın ve gümüş kaplar kullandığını, evlerinin tavanları, duvar ve kapılarının fildişi, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslü olduğunu söylemiştir.
Pliny Roma’nın ve İran’ın bütün zenginliklerini Sebelilerin eline aktığını onların dünyanın en zengin halkı olduğunu, yurtlarının verimli topraklar, bahçeler, bitkiler ve hayvanlarla dolu olduğunu belirtir.
Artemidorus ise; bu insanların lüks içinde yüzdüğünü, yakacak olarak tarçın ağacı ve başka güzel kokulu ağaçlar kullandığından bahsetmiştir. O tarihe kadar ilk defa Sebelilerin bir gökdelen inşa ettikleri, Sana’da bir tepenin üzerinde inşa edilen Gumdan Kalesi denilen bu gökdelene Arap tarihçilerine göre yirmi katı vardı ve her katı otuz altı fit yüksekliğindeydi.
Zenginliklerini özellikle tarım ve ticarete borçlu olan Sebeliler tarımlarını daha önce Babil hariç hiçbir yerde bilinmeyen bir sulama sistemi ile geliştirmişlerdir. Ülkelerinde doğal akarsular yoktu.
Yağmurlu mevsimlerde tepecikler arasında inşa ettikleri setler sayesinde küçük gölcüklerde su toplar ve ülkenin her tarafında yapılan bu gölcüklerden tarlalarına su akıtır ve ülkenin her tarafında yapılan bu gölcüklerden tarlalarına su taşımak için kanallar inşa ederlerdi.
Kur’an’da da bahsedildiği gibi, bu şekilde bütün ülkeyi verimli bir bahçe haline getirmişlerdi. Kısaca Sebelilere tarihte çok az sayıda kavime nasip olan nimetler verilmişti.
Kuran’da bu konu ile ilgili olarak bir ayette şöyle bahsedilmektedir:
“Derken kendilerine hatırlatılanı ( Allah’ın rızasına uygun yaşamayı, ilahi tebliği ve hükümleri) unuttuklarında, onların üzerine her şeyin (bolluk, güç, sağlık, servet v.b.) kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca, onları apansız yakalayıverdik.
Artık onlar umutları suya düşenler oldular. Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. De ki ‘düşündünüz mü hiç; size Allah’ın azabı apansız ya da açıktan geliverse, zulmeden kavimden başkası mı yıkıma uğrayacak”.
Bilimsel araştırmalar ve tarihsel gerçekler ışığında Kuran ayetleri incelenip geniş bir perspektifte düşünüldüğünde aralarında çok somut bir uyum olduğu görülür. Özellikle de arkeolojik bulgular dikkat çekici bir şekilde Kuran’da yazılanları işaret etmektedir.
KORKUNÇ SON
Sebe Halkı da ayette belirtildiği gibi, kendilerine gönderilen peygamberin uyarılarını dinlemeyerek Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük etmiş ve sonunda korkunç bir sel felaketiyle cezalandırılmışlardır.
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz