Gün geçtikçe toplumsal değerlerimizden uzaklaşmaya
başladığımız bir süreci yaşıyoruz. Hoşgörü alanının içine girmesi gerektiğini
düşünmemiz ve millî kimliğimizin kabul sınırları içerisinde değerlendiremeyeceğimiz
yozlaşma bizi nereye götürüyor, durup düşünmemiz gerekiyor.
Birkaç tarihi dizinin dışında televizyon dizileriyle aram
iyi değil. Akşamları genellikle kendimi okumaya, araştırmaya veya yazmaya
veriyorum. Televizyonda olup bitenlerden ancak oturma odasına geçme zorunluluğu
duyduğum kısa anlarda haberim oluyor. İşte o anlardan biri:
Bilmem hangi kanal… Genç bir kadın, babası yaşlarında bir
adamla baş başa, samimi bir ortamda… Gözüm takılıyor, merak ediyorum. Eşime
soruyorum, babası mı diye. Eşim kestirmeden cevap veriyor: “Yok, sevgilisi…”
Sormasam, az sabretsem zaten anlayacakmışım. Eşim cevabı verirken genç kadın,
kendisinden en az otuz yaş büyük olduğu anlaşılan para babası muhatabının
ellerini avuçları arasına alıyor, “Canım” diye başlıyor söze… “Bu tür diziler
bizim aile yapımıza uygun mu?” diye soruyorum, eşime. “ Ben de çok yadırgıyorum
ama ne yapalım, annemle birlikte vakit geçiriyoruz işte.” cevabını alıyorum.
Eşimle diyaloğumuzu bir yana koyalım. Gerek bu kısa
diyaloglardan gerek arkadaşlarımla yaptığım benzeri sohbetlerden öğrendiğim
daha nice bize ait olmayan, olmaması gereken yaşantılar… Ve hepsi evimizde,
bizimle birlikte. Yüksek sosyete yaşantıları ve kimin eli kimin cebinde belli
değil.
Lüks otomobillerde, saray gibi evlerde yaşanan uçarı
yaşamları; paranın nereden kazanıldığı bile belli olmayan şatafatlı
yaşantıları; aşkın değil gelip geçici arzuların veya paranın cezbettiği akıl
almaz ilişkileri; aile yapımızı alt üst etmeye odaklı nikâhsız birliktelikleri
özendiren ve bunu çağdaş yaşam gibi sunan bu propagandist dizileri
reddediyorum.
Bu satırları okuyunca seyrettiğiniz ya da bir şekilde
öğrendiğiniz nice benzer televizyon dizileri gözleriniz önüne geliyor, değil
mi? Millî kültürümüzle ilgisi olmayan hatta değerlerimizi erozyona uğratan bu
diziler, yalnızca –adına reyting dedikleri- çok izlenme adına mı yapılıyor? Ya
da çok izlenen böylesi diziler yapmayı, yapımcılar çok para kazanmak için mi
yapıyor? Yöneltilen eleştiriler karşılığında, efendim halk da seyretmesin
savunusu, suçu karşı tarafa atmak uyanıklığı…
Zira bu tür diziler, seyredilmemesi için değil bilakis
toplum tarafından seyredilmesi için yapılıyor. Ve maalesef önceleri yadırganan
bu tür ilişkiler, yadırganma seviyesini gün geçtikçe derece derece azaltıyor.
Hayatın normal akışı içinde gerçekleşen algı sapmaları değil bunlar. Adını
koyalım: Becerikli bir elin sinsi planlarıyla millî kültürden uzaklaştırarak
yozlaştırma, stratejik bir oyunla toplumsal başkalaştırma… Bu elin, Hristiyan
misyonerliğinin eli olduğunu görmemek için kör, sinsi planlarını nasıl
uygulamakta olduklarını duymamak için sağır olmak lazım.
Yirminci yüzyıldan itibaren Hristiyanlık misyonerliğinin
ülkemizde ve İslam coğrafyasındaki stratejisi artık Müslümanları Hristiyan
yapmak değildir. Hristiyan gibi düşündürtmek, Hristiyan gibi yaşatmak…
Hayatının büyük bölümünü İslam coğrafyasında geçiren,
Müslümanlara yüzlerce konferans veren, İslam hakkında onlarca kitap, yüzlerce
makale yayımlayan Rahip Samuel Zwemer, Kudüs’te yapılan Misyonerlik
Konferansı’nda misyoner teşkilatlarına hitaben stratejiyi açıklıyor: “Sizin
asıl göreviniz Müslümanları İslam dininden uzaklaştırmaktır. Doğumlarından
ölümlerine kadar haç takmasınlar, kiliseye gitmesinler, vaftiz olmasınlar ama
Hristiyan gibi yaşasınlar. Bunu çağdaşlık adını kullanarak yapın.”
Şimdi sözünü ettiğim tür dizilerin neye hizmet ettiği daha
iyi anlaşılıyor, değil mi?
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz