Tarihte dünyanın efendisi olmak, topraklarına dolayısıyla
gücüne güç katmak isteyen kişi ya da devletlerin giriştiği birçok kanlı savaş
gerçekleşmiştir. En ölümcül savaşlardan biri de yakın tarihte gerçekleşen ve
Büyük Savaş olarak da adlandırılan Birinci Dünya Savaşı’dır.
28 Temmuz 1914’te bundan tam yüz dokuz sene önce
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’ı işgaliyle başlayan savaş
dört yıl üç ay sürmüş; savaşta taraf ülkelerin asker ve sivil vatandaşlarından
on yedi milyon kişi hayatını kaybetmiş, yirmi bir milyon kişi sakat kalmış,
sekiz milyona yakın insan da kayıp veya esir düşmüştür.
Hayatını kaybeden, yaralanan, kaybolan sivil ve asker
sayısında tarihçiler farklı rakamlar verse de rakamlar birbirine yakındır.
Rakamlar ürkütücü ama gerçek… Çok değil üzerinden henüz bir
asır geçmiş büyük bir insanlık dramı… Peki, ne uğruna bu kadar kayıp verilmiş
ve kazananlar gerçekten kazanmış mı? Gelin aynı gün ve ayda olduğumuz bugünde
bu sorular etrafında düşünelim.
Bu tarihten tam bir ay önce Avusturya-Macaristan veliahdı
Arşidük Franz Ferdinand’a Saraybosna’da bir suikast düzenlenmiştir. Gavrilo
Princip adlı bir Sırp’ın tabancasından çıkan iki kurşundan biri veliahdın eşini
yaralarken diğeri veliahdın şahdamarını parçalayarak ölümüne yol açıyor. Tarih
28 Haziran 1914’tür. Suikasttan Sırbistan’ı sorumlu tutan Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu, 1914’te işte tam bugün, işgal etmek üzere Sırbistan topraklarına
giriyor ve Büyük Savaş böylece başlıyor. Devamı ardı ardınca geliyor.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun müttefiki olan Almanya, Rusya’ya,
Fransa’ya, Belçika’ya; İngiltere Almanya’ya derken uluslararası arenada yalnız
kalmayı istemeyen Osmanlı İmparatorluğu kendini ittifak devletleri yanında
buluyor. İtalya, Japonya, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve ABD.
Savaşın fitilini ateşleyen suikast, böylesine büyük bir
savaşın çıkması için makul bir sebep gibi görülmemektedir. Asıl sebepler
nelerdir? Sanayileşmiş devletler arasında; siyasi ve iktisadi alanlarda egemen,
sömürgecilik yarışında üstün olmak arzuları savaşın temel sebepleridir. Buna
bir de 1789 Fransız İhtilali ile oluşan ve zamanla gelişen milliyetçilik
akımının azınlıklar üzerindeki hür ve bağımsız olma arzusu eklenmiştir. Böylece
savaşın sebebiymiş görünen olay öncesi büyük devletler zaten savaşa hazır hâle
gelmişlerdir.
Savaş sonunda zahirde itilaf devletleri galip gibi görünse
de aslında savaşın galibi yoktur. Mağlubu ise savaşa katılan bütün devletler ve
insanlıktır. Yalnızca silahlardan değil savaşın getirdiği kıtlıklar, yokluklar,
hastalıklar da ölümleri getiriyor. Bir de sakatlıkları, dünyanın tahribatını,
sağ kalanların psikolojisini, gözyaşlarını, yalnızlığı ve yoksulluğu ekleyelim…
Barışta çocuklar babalarını defnederken savaşta çoğunlukla
babalar çocuklarının definlerinde dahi bulunamıyor maalesef. Sıralı ölümlerdeki
doğallığın bozulması…
Büyük Savaş’tan yirmi bir yıl sonra, bu savaşın adaletsiz
sonuçlar doğurduğu temelinden kaynaklanan ve Büyük Savaş’ın adını da Birinci
Dünya Savaşı olarak değiştiren İkinci Dünya Savaşı ise insanlık adına tam bir
çöküntüdür. Tarihin en büyük ve en ölümcül savaşı… Tarihçiler elli altı ile
seksen milyon arasında asker ve sivilin öldüğünü söylüyor.
Günümüz dünya toplu durumunda barışı korumak için maalesef
her an savaşa hazır olunması gerektiği artık yadsınmıyor. Devletler bunun için
silahlanma yarışında. Kimi ülkesini korumak için, kimi emperyal emelleri için.
Yüce Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sloganı insancıl sıcaklıkta olsa
da o, “dâhilî ve haricî bedhahlar” için ülke şartlarının sağlamlaştırılması ve
tetikte bulunulması gerektiğini de öğütlemektedir.
İşte Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş. İkinci yılındayız
ve bugünlerde savaşın üçüncü dünya savaşına yol açıp açmayacağının konuşulması
bile insanı ürpertiyor.
Ardındaki sebepler üzerinde durmaya artık gerek yok zira
kazanan olmuyor, kaybeden ise hep insanlık oluyor.
Durup düşünmek lazım…
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz