Liberal kapitalizmi meşrulaştıran Protestanlık, bugün kirli
yüzünü örtmeye çalışmaya bile gerek görmeden bütün dünyaya meydan okuyor.
Martin Luther’in sistemleştirdiği Hristiyanlığın bu yeni
anlayışı, insanlığın bütün evrensel değerlerini alt üst eden bir kimlikle
karşımızda. Oysa Luther Roma’nın Katolik kilise anlayışına Tekvin bölümündeki
“Tanrı’nın gazabı ve adaleti” üzerine düşündükleriyle karşı çıkmıştı. “İnsan
yalnızca yaptıklarıyla aklanmaz, insanı kurtaracak olan İsa Mesih’e olan
imanıdır” teolojik temelinden yola çıkan Luther, günahların dünyevi cezasını
para karşılığında satan kilisenin, yoksula verilmesi gereken paranın akışını
kiliseye yönlendiren anlayışına da muhalefet ediyordu.
Çıkışı adalet, iman ve yoksulun korunması olan ve bu
görüşlerini doksan beş maddeyle kilisenin duvarına çivileyerek reform
hareketini başlatan Luther, hareketin geniş kesimlere yayılması için yönetim
erkini elinde bulunduranlara ihtiyacı olduğunu sezmişti. Prenslere seslenerek
din üzerinde denetim kurmaları gerektiğini söyledi ve bu söylem, gücün ruhban
sınıfından alınarak kendilerine geçeceğini bilen prensler için bulunmaz bir
fırsat olarak değerlendirildi.
İnançlı Protestan köylülerinin dinî bağımsızlık adına
prenslere karşı ayaklanmalarında Luther, tavrını güçten yana kullandı. “Katil
ve Hırsız Köylü Sürülerine Karşı” adlı eserini yayımladı. Burada köylülerin
saman kadar bile değerinin olmadığını, yola gelmezlerse katledilmelerinin caiz
olduğunu söyledi. Çünkü ona göre devlet Tanrı tarafından kurulmuştur ve ona
itaat etmeyen aslında Tanrı’ya itaat etmemektedir. Devletin her yaptığı Tanrı
tarafındandır, Tanrı istediği içindir.
“Yönetme hakkı kimdeyse dini belirleme hakkı da ondadır.”
öğretisi, her durumda yönetilenleri denetim altında tutmayı din adına meşru
hâle getirdi. Böylece dinî söylemleri otoriter güce dönüştüren Protestanlık,
devleti yönetenlerin elinde bir baskı aracı oldu.
Protestanlığın aşırı bir formu olan Evanjelizm ise bugün
ABD’nin resmî ideolojisi olarak karşımızda. Tevrat ve Zebur’u kutsal kabul eden
bu anlayış Yahudi inancına yaklaşır, Yahudilikle Hristiyanlığın aynı kaynaktan
beslendiği görüşüne kucak açar. Dolayısıyla Yahudilerin Allah tarafından güya
kendilerine vadedilmiş toprakları, Yahudiler gibi “İsrail diyarı” olarak kabul
eder.
Hz İsa’nın öğretisini Yahudiler reddetmesine rağmen,
Yahudilerle aynı çeşmeden su içtiklerini söyleyen Evanjelist inanış; dini,
aristokrasinin emrine verdiği içindir ki yapılan her eylemin dayanağına “Tanrı
böyle istiyor.” söylemini koymakta.
Şimdi değerli okurlarım, Arap baharını, Afganistan’da,
Irak’ta yapılanları, İslam ülkelerinin sömürülmesini bir yana bırakarak küçük
resme bakalım. Yani Filistin’de, Gazze’de yapılan katliama, soykırıma… ABD
Dışişleri Bakanı Antony Blinken, soykırımın başladığı günlerde Tel Aviv’de
Netenyahu ile yaptığı görüşmede, “Sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil aynı
zamanda bir Yahudi olarak da buradayım.” demişti. Bush, aynı tarihlerde bütün
dünyanın gözünün içine baka baka İsrail’e “Yalnız değilsiniz”, “ Verdiğimiz
destekte hiçbir kırmızıçizgimiz yok.”, “Bugün Filistin topraklarında bir İsrail
devleti kurulmamış olsaydı bile biz bu coğrafyada bunu icat ederdik.”
rezilliğinde bulunmuştu. Hristiyanlığın Yahudiliği kucaklaması…
Luther’in kurduğu Protestanlığın günümüzde sivrilmiş ucu
Evanjelizm, dünyaya hükmetme arzusunu doğurdu. Hem de hiçbir ahlaki kaygı
gözetmeden. Ne yazık ki oyunu onlar oynuyor, İslam ülkeleri sadece seyrediyor.
Bölük pörçük olmuş İslam coğrafyası silkinip kendine gelir mi bilemem ama
olaylar gösteriyor ki vadedilmiş topraklar için oyun kurucular bu yoldan
vazgeçmeyecekler. Ta ki insanlıktan nasibini almamış bu anlayış için onları
vazgeçirecek bir güç ortaya çıkıncaya kadar…
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz