“Hiç bir şiir bir mezar taşı kadar milli olamaz. Çünkü onda el emeği, göz nuru, sanat vardır ve onlar bize bizi anlatır.”
Yahya Kemal BEYATLI
Bugün pek çoğumuzun yanından kayıtsızca geçtiği tarihi mezar taşlarımızın üzerindeki damga ve semboller Türklerin binlerce yıldır kullandığı mühürleridir. Bir ulusun kültürel kimliğine ait unsurlar, simge ve sembollerle kültürel bellekte saklanırlar.
***
Mezar taşları kültürel belleğin unsurlarının kodlandığı ve aynı zamanda taşlara kazınarak saklandığı yapılardır. Ve böylece kuşaktan kuşağa aktarımı görevini de layığıyla yerine getirirler bir anlamda. Bizi “biz” yapan mezar taşları bir coğrafya üzerindeki tapu senetlerimiz niteliğindedir. Üzerindeki simge ve sembollerle sayısız anlam barındırır. Antalya kültürel kodlarımızın nice yıllardır kuşaktan kuşağa geçtiği, eski kültürümüzün izlerinin günümüzde de devam ettiği nadide yerlerden biridir.
***
Bu simge ve sembollerin içerisinde önemli ve ayrıcalıklı bir yere sahip “boğa” kabartmalı bir mezar taşını Antalya’da bir mezarlıkta fotoğraflayıp Türk dünyasına kazandırmak amacı ile konu ile ilgili yapılan akademik görüşlere yer verdiğimiz bu yazıyı ilginize sunuyoruz. Boğa genellikle yer unsuru olarak değerlendirilmekle beraber eski Türkler’de Alplik ongunu ya da timsalidir. Erken devir Türklerinde savaş ilahı, kuvvet ve kudret timsali olduğundan hükümdar ya da hükümdarlık simgesi sayılırdı.
***
Orhun abideleri, Tonyukuk yazıtında hükümdarın yağlı semiz bir boğa ile karşılaştırılması bu konuyu desteklemektedir. Duymaz’a göre, âdeta boğa, Tanrı’nın yeryüzündeki şekli ve gücünün yansımasıdır. İslamiyet öncesi Türk topluluklarında “ata” simgesi boğa veya inek olup İslamiyet’ten sonra dahi boğa ve öküz, çeşitli dönemlerde Alplik, yiğitlik ve güç simgesi olarak kabul görmüştür. Yine Oğuz Kağan Destanında resmedilmiş olan sığır, boğa ve at gibi tasvirlerin hiçbir anlamı olmayan resimler olduğunu düşünmek imkânsızdır. Oğuz Kağan tasvir edilirken ayakları boğa ayağına benzetilmektedir.
***
Nitekim Roux, Oğuz Kağan’ı “genç bir boğa” beyi olarak tanımlamaktadır: “...kendisi genç bir boğa beyidir. Ne var ki, o farklı hayvanların karakteristik özelliklerini taşımaktadır: bir boğanın ayakları, bir kurdun sağrısı, bir samurun omuzları, bir ayının göğsü ve tüm vücudu kıllarla kaplıdır. Dolayısıyla o erdişi bir yaratıktır belki de farklı ataların bir ongun resmidir”.
***
Fuzuli Bayat, “Oğuz Kağan Destanı’nın el yazma nüshasında birinci sayfada boğa resminin yer alması, Oğuz’un doğarken ayaklarının boğa ayağına benzemesi, boğa kültü ile ilgili eski bir dini inanç çerçevesinde gerçekleştirilir” diyerek, Oğuz Kağan’ın doğumunu yer unsuruyla birleştirmekte ve Oğuz’u tanrıdan gelen vasıflarla donatmaktadır.
***
“Yer ve İlahi Boğa (İnek)” adlı Uygur efsanesinde Türk kültüründe bir güç imgesi olan boğaya tanrı tarafından yer küreyi taşıma görevi verildiği görülmektedir:
“Göğün Kadın Tanrısı yeryüzü yaratıldığında âlemdeki havayı, tozu, dumanı içine çektikten sonra tükürmüş, ağzından büyük bir küre yuvarlanıp düşmüş. Bu, yer küre imiş. Kadın Tanrı, yer küreyi tükürdükten sonra (küre) gökyüzünden düşmüş. Çünkü o çok ağırmış. Dolayısıyla çok çabuk alçalıp gökyüzünden uzaklaşıp gitmiş. Kadın Tanrı yer küre uzağa gittiği için onu bulamamaktan endişelenip yer küreyi sabitlemek istemiş. Boğaya boynuzuyla yer küreyi taşımasını emredip yer kürenin sürekli uzaklaşmasını, alçalmasını durdurmuş.
***
Yine Kadın tanrı büyük bir kaplumbağayı gökyüzünden indirip nefesinden çıkan havadan hâsıl olan suyun üstünde durup yer küreyi götüren boğanın durmasını emretmiş. Boğa yer küreyi bir boynuzuyla taşımaktaymış, zaman sonra yer küreyi taşımaktan yorulmuş, onu bir boynuzundan diğerine alarak onun yerini değiştirmiş. Her değiştirmesinde yer sallanmış.”
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz