Geçtiğimiz günlerde bir dostumla
“vefa” konusunu konuştuk. “Vefa nedir, vefasızlık” nedir konuları hakkında
birbirimizle hasbihal ederken birden laf döndü dolandı, “varoluş” konusuna geldi.
Ne güzel kahkahalarla gülüyorduk
oysa!
Birden işi ciddiyete bindirip durduk
yere başımıza iş açtık; dünyaya geliş amacımızı, ne yaptığımızı, şartların bizi
sürüklediği koşulları kendi aramızda anlamaya, anlamlandırmaya çalıştık.
Dostum anlattı, ben dinledim, ben
anlattım dostum dinledi.
Birbirimizin sözünü kesmeden, belki
de ilk defa birbirimizi tam anlamıyla tanıma fırsatını elde ederek, varoluşta
bize ayrılan süreyi sorgulamaya çalıştık. Yaklaşık yarım saat sonra anladık ki,
zihnimizde olması gereken bir hayatı yaşamıyoruz. Yaşadığımızı zannettiğimiz
hayat, keskin cümlelerle kurduğumuz, üzerine titrediğimiz bir hayat değil.
Ne olduğumuzun, kim olduğumuzun ve
bu dünyada soluklanış amacımızın farkında olmadan, üstelik başkalarının
hayatına müdahil olarak, sıradan bir hayat hapishanesinde cezamızın dolmasını
bekliyoruz.
Yarım saatlik bu konuşma beni
öylesine derinden etkiledi ki, bugüne kadar içinde bulunduğum dünyada kendime
ne kadar az vakit ayırdığımı, bu tartışmadan sonra anlamış oldum. Kendi ruhumu
bedenime hapsetmiş olmanın verdiği bir suçluluk duygusuyla karşı karşıyayım. Biliyorum, çok zor bir hayatın mücadelesini
veriyoruz. İmkân ve imkansızlıklar içine sıkıştırılmış. Bizden istenen hayatı, kendi hayatımız gibi kabul
edip, yaşayıp gidiyoruz. Bir yandan geçim kaygısına düşerken, bir yandan
bedenimize hapsettiğimiz ruhumuzun özgürleşmesi için kendimizden değil,
başkalarından medet umuyoruz.
Buradan tüm okuyucularıma tavsiye
ediyorum.
Hayatınızda bir kez dahi olsun,
nerede ve ne şekilde olursa olsun durup bir kendinizi dinleyin. Geriye yaslanıp
bir soluklanın. Kimsiniz, ne yapıyorsunuz, nerelerde kimlerin hayatına ne
şekilde dahilsiniz bir düşünün! Kimin iyisi, kimin kötüsüsünüz bir bakın. Geçin
bir ayna karşısına, bedeniniz ruhunuzla, ruhunuz bedeninizle tanışsın. Ruhunuz,
giydiğiniz kostümü bir incelesin, yakışmış mı diye bir baksın.
Bulunduğu şart ve koşulların sizi
mutlu ettiği bir dünyada mısınız yoksa boşluğa silkelenen ölü toprak yığını mısınız?
Kimsiniz?
Hayatınızda bir kez dahil olsun,
kendinizi keşfetmeyi deneyin. Ruhunuzla ayrı, bedeninizle ayrı tanışın.
Milyonlarca canlı hücrelere yatak olan bedeninize, içinde taşınan enerjiye,
hayatınızda bir kez dahi olsun tam anlamıyla bakmayı deneyin. Ne bedeninize ne
de ruhunuza yük olmayın. Çok övündüğünüz, yüksek gördüğünüz kimliğiniz,
kişiliğinizi sizi yanıltmasın. Bir bedende milyonlarca canlı ile yaşıyorsunuz
ve buna mecbursunuz bir bakın kendinize. Siz bile tek başına bir olamayacak bir
kadar hiçsiniz. Övündüğünüz insani vasfınız bir kostümden, sizse bir
illüzyondan ibaretsiniz. Milyonlarca hücreden birinin canı sıkılsa, o heybetli
duruşunuzdan, yakışıklı bedeninizden size hayır gelmez.
Hepimiz evvel ve ahir
belirsizliğinde ipi göğüsleyerek yaşama tutunmuş, bir bedende konaklatılmışız. Ruhunuzu
soluklandığı bedende rahat bırakın. Aslında tüm canlılar gibi ölümsüz ve
sınırız özelliklere sahibiz. Ruh
sınırsız, belirsiz ve ölümsüzdür. Sınırlı ve ölümlü bir bedende ruhunuza
özgürlüğü tattırmak istiyorsanız; böbürlenmeyi, kibirlenmeyi bırakın. Her şeyin
sahibi olmayı değil, her şeye dahil olmayı seçin.
Hiçbir şeyin sahibi siz
değilsiniz. Bedeniniz ruhunuza, ruhunuz bedeninize layık mı bir bakın
kendinize. Hiçbir şey size ait değil.
Hiçbir şeyin sahibi siz değilsiniz.
Başka insanların hayatına iyi
gelen birer sebep olun.
Başkalarının hayatına iyi gelen
ruh, bedenen hapiste olsa da özgürdür…
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz