Bazen bir şarkı çalar radyoda, bazen eski bir fotoğraf çıkar karşımıza… Kalbimizin tam ortasına yerleşen o tanıdık his gelir: Özlem. Geçmişe duyulan özlem, çoğu zaman bugünden bir kaçış değil, içimizde hâlâ canlı kalan bir anıya sarılma çabasıdır.
Çocukluğumuz, mahalle oyunları, bayram sabahlarının heyecanı, okul çıkışı yenen simitler, kokusu burnumuzda tüten anne yemekleri... Hepsi hafızamızda silik ama sıcak bir iz bırakır. Zaman ilerledikçe teknoloji gelişti, hayat hızlandı, ama o sade günlerin yerini dolduracak hiçbir şey olmadı. Belki de geçmişi bu kadar kıymetli yapan, o anları yaşarken ne kadar kıymetli olduklarının farkında olmamamızdı.
Bugün, elimizde telefonlarla yaşıyoruz anları. Eskiden sadece bakar, hisseder ve yaşardık; şimdi ise anı durdurup paylaşmaya çalışıyoruz. Fotoğrafını çekmediğimiz bir an, sanki yaşanmamış gibi geliyor. Ama ne gariptir ki, hatırladığımız en güzel anılar genellikle telefonsuz, internetsiz, sadece 'bizimle' kalan anılar oluyor.
Geçmişe özlem bazen bir huzur, bazen de bir hüzün kaynağıdır. Çünkü artık o zamanlara dönemeyeceğimizi biliriz. Ama o günleri hatırlamak, bize nereden geldiğimizi, kim olduğumuzu ve neyi özlediğimizi gösterir. Geçmişe duyulan özlem, aslında insanın kendine duyduğu özlemdir.
Bugünü yaşarken, geçmişin güzelliklerinden ilham almalı belki de. O sade neşeleri, küçük mutlulukları bugünün kalabalığına taşımak gerek. Çünkü bazen bir kahkaha, bir sohbet, bir yürüyüş bile geçmişin sıcaklığını bugünün içine sığdırabilir.
Zaman geçiyor ama hisler kalıyor. Ve biz, geçmişe her döndüğümüzde aslında kendimize biraz daha yaklaşıyoruz.
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz