Hayatın bize ne getireceğini bilemeyiz. Üzülmek de mutlu
olmak da bizim düşünce dünyamızla ilgilidir. Bir şeye çok üzülüyorsan bil ki
ona yüklediğin anlamda sıkıntı vardır. Peki, hepimiz olaylara farklı anlamlar
yüklemeyi nasıl başarıyoruz? Bunun cevabı için çocukluğumuza inmeliyiz.
Düşünsenize aynı anne babada, aynı evde büyüyen çocuklara
bakıyorsunuz hayata bakış açıları çok farklı. Nasıl oluyor da aynı evde büyüyen
çocuklarda bile bu, böyle oluyor? Çünkü hepimiz olaylar karşısında farklı
duygular geliştiriyor ve bunları farklı düşünce yapılarına bağlıyoruz.
***
Hepimizin bir algı dünyası var, birini hiç etkilemeyen bir
olay sizi çok büyük bir üzüntüye sevk edebiliyor. Küçüklüğümüzden itibaren
sevgiyi, üzüntüyü, neşeyi, hüznü, mutluluğu öğrenmeye ve kodlamaya başlıyoruz.
Oluşturduğumuz her kod, bize özel.
Evet, çok sevilen birinin ölümü karşısında büyük bir üzüntü
yaşıyoruz çoğumuz ancak bu üzüntünün içini biz dolduruyoruz. Bu da bizim
toparlanma ve hayata devam etme süremizi belirliyor. Kimileri yıllarca
toparlanamazken kimileri hayata devam etme gücünü daha kısa sürede bulabiliyor.
***
Baktığımız zaman bu süreçlerin kişiye özel olması normal.
Hayata hangi pencereden baktığınız bunu belirliyor. “Hayat her şeye rağmen
yaşamaya değer” algısına sahip olanlar durumlar karşısında daha esnek
olabiliyorlar. Ama “batsın bu dünya, yaşanmaya değmez” diyenlerdenseniz işte o
zaman karamsarlık bütün bakış açılarınıza yansıyor.
***
Şimdi buradaki temel soruna değinebiliriz. O da şu ki,
olayları yanlış yorumlama şeklimiz. Kafanızdaki yanlış kodlamalar, bizi birçok
hastalıkla karşı karşıya bırakıyor. Önce psikolojimiz bozuluyor sonra beden
hastalanıyor Bunu bir örnekle açıklayalım. Tek başınıza bir yere gidip
oturmayı, kendinizle vakit geçirmeyi sever misiniz? Benim için bu, harika bir
şeydir.
***
Daha dingin olduğumu hisseder, mutlu olurum. Ama çoğu
insanın cevabı böyle olmuyor. Tek başına olmayı eziklik olarak kodlayanlar
fazla. Bu yalnızlığı değersizlik, yalnızlık, iç sıkıntısı, üzüntüye bağlayanlar
çoğunlukta. O zaman bu kişiler, her yalnız kaldıklarında bu duygularla da baş
etmeye çalışacaklardır. Yani yalnız kalmanın kendisi bizde bir duygu
yaratmamaktadır, ona yüklediğimiz anlam bizi bir duygu durumuna sokmaktadır.
***
Peki, her olaya pozitif duygular mı yüklemeliyiz? Burada
önemli olan hayalci bir bakış açısı değil gerçekçi bir bakış açısına sahip
olmaktır. Çünkü biz, bu hayatta hep mutlu, hep pozitif olamayız. Her türden
duyguya ihtiyacımız var. Gerçekçi olmayan pozitif bir yükleme sadece o anı
kurtarır ama kalıcı bir çözüm meydana getirmez.
***
Bu hayatta değiştirebileceklerimiz ve
değiştiremeyeceklerimiz var. Maalesef ki çoğumuz, değiştiremeyeceği şeyler
üzerinde didinip duruyor. Doğduğumuz aileyi, ülkeyi, anne babamızı
değiştiremeyiz ama onlarla ilgili algılarımızı değiştirebiliriz.
Zihnimizde olaylarla ilgili aniden beliren düşünceleri
değiştiremeyiz ama bunlara inanıp inanmamayı seçebiliriz. Düşünsenize aklımıza
gelen her düşünce her zaman doğru mu? Başımıza gelenleri değiştiremeyiz ama
bunlardan çıkarmamız gerekeni çıkarıp geleceğimizi şekillendirebiliriz.
***
Bu hayat bize bir kere verildiğine hayatımızda neye inanıp
inanmayacağımıza, neleri değiştirip değiştiremeyeceğimize gerçekçi bir bakış
açısı geliştirip yolumuza devam edebiliriz. O zaman çok güzel bir çalışma
yapalım kendimize. Alın elinize kağıt kalemi olaylar karşısında verdiğiniz
tepkileri not edin. Tepkilerinize hangi duyguların eşlik ettiğine dikkat edin.
***
Bu duygunuzu yaratan düşünceyi fark edin. Düşüncenizi
yakaladığınız an, önce düşüncenin size ait olup olmadığına karar verin. Nerden
aldınız, ne zamandır sizinle ve her şeyden önemlisi değişebilir mi, kontrol
edin. İnanın ki çok büyük bir farkındalık yaşayacaksınız. Haydi bakalım!
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz