Son günlerde çok kullanılan bir söz var, ‘konu buraya nasıl geldi bilemiyorum’ diye. İşte tam olarak böyle bir yazı okuyacaksınız… Kafamda pek çok konu varken geçtim bilgisayarımın başına ve nereden başlayıp konuyu nereye götüreceğimi bende yazarken göreceğim aslında…
Her gün sabah çok erken saatte kalkar uzmanların söylediği gibi (işin uzmanlarını hep dinlerim ve saygı duyarım) güne yürüyüşle başlarım, uzun uzun yürürüm sokaklarda.
En çok ara sokakları seviyorum; bahçeleri çiçekli evler, balkonlarında kahvaltı yapan erkenci emekli çiftler, sırtında sandalyesiyle denize giden kadınlar hep huzur verir bana…
Göz göze geldiğimiz herkese günaydın diyorum, önce şaşırıyorlar sonra onlarda günaydın diyorlar ve yüzlerimizde oluşan tatlı gülümsemeyle hepimizin günü ayıyor…
Bu sabah da aynı seremoniler eşliğinde yürürken düşünmeden edemedim; hayat aslında bizden dolayı güzel ya da kötü dedim kendi kendime, yani onu güzelleştiren de biziz karartıp yaşanmaz hale getiren de…
Düşünsenize kulaklığımı takıp hızlı hızlı kimseye hiç bir yere bakmadan yürüyüp geçseydim o sokaklardan yaseminler şakayıklar küsmez miydi bana?
Kesin küserlerdi ve misler gibi kokmazlardı bence; her sabah geze geze elindeki kovalarla sokaklardaki dostlarımıza mama ve su veren kadın ben ona “harikasınız bayılıyorum size gününüz güzel geçsin” demesem yaptığı işin takdir edilmediğini hissettiğinde gün gelip “aman yeter biraz da başkaları beslesin sokak hayvanlarını” demez miydi? Derdi elbette…
Marifet iltifata tabidir bunu unutmamak lazım. İnsanları takdir etmekten korkmayın! Hayatımızdaki herkesi güzel işler yaptığında takdir etmeliyiz. Bu bazen eşimiz, bazen çocuğumuz bazen dostumuz ve hatta bazen de rakip gördüğümüz iş arkadaşımız bile olabilir…
Takdir etmeliyiz ki, yapılan iyi işler katlanarak artsın daha da iyisini yapmak için çabalasın insanlar; dünyayı güzellik kurtaracaksa güzellik yüreklerimizden yüzümüzü aydınlatsın önce…
Bunları yaparken de elbette herkese mavi boncuklar dağıtalım demiyorum. Bizlere kötü davranan insanlara ağam paşam demeyeceğiz tabii ki, kötü niyetli sadece bizleri yıpratmak, kendi egosunu parlatmak için her şeyi çok biliyormuş gibi davranan, hayatta kendi başına tek bir başarıya imza atmamış, emek vermemiş hep birilerinin yaveri olarak yamacında kendini başarılı saymış insanların eleştiri adı altında yaptıkları saygısızlığa ve hadsizliğe saygı bile göstermem, siz de göstermeyin…
Çünkü hayat demek emek vermek demektir. Emek verdiğiniz hiç bir konuda da mütevazı olmayın, gerçek sanıyorlar sizin asaletinizden dolayı sessiz kaldıklarınızı…
İNSAN, TEVAZU İLE YÜKSELİR
İnsanların birbirine nezakette kusur etmediği iyi bir çevrede yetişmişseniz, sevdiğiniz bir işe ve donanımlı iş arkadaşlarına sahipseniz, sosyal çevrenizi de bu minvaldeki insanlardan kurmuşsanız eğer; tevazu zaten kimliğinizin bir parçası hâline geliyor. Kimseye kendinizi ispatlama derdiniz olmuyor. Yetkinlik ile zarafetin hoş bir karışımı olup çıkıveriyor karşınıza. Buraya kadar hiçbir sıkıntı yok, ama ne zaman ki bu çevrenin dışında kalan ve mecburen muhatap olmak zorunda kaldığınız insanlarla diyaloğa giriyorsunuz, işte o zaman işin rengi değişebiliyor.
İBN-İ HALDUN’DAN İNCİLER
Ve bir anda İbn-i Haldun’un o muazzam sözleri çınlıyor kulaklarımda;
“FAZLA TEVAZU VASATTAN NASİHAT DİNLETTİRİR”
Konu buraya nasıl mı geldi? Gerçekten bende bilmiyorum ama iyi ki geldi oh içimi döktüm bende…
Kalın sağlıcakla…
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz