YEREL BASIN CAN ÇEKİŞİYOR

Gazetecilik çok zor ve stresli bir meslek. Bu hem çalışan hem de sahibi açısından böyle. Özellikle yerel gazeteler açısından durum daha da vahim.

Ekonomik açıdan hiç tatmin etmeyen bir meslek. Sabahtan akşama kadar sıkıntılı, stresli ve yorucu bir çalışma. Ne kazandınız diye sorarsanız olumlu bir cevap vermek mümkün değil.

Üstelik bu durum her gün, her ay ve her yıl aynı şekilde devam ediyor. Bunca yakınmadan sonra niye bu meslektesiniz diye bir soru sorarsanız işte onun yanıtını vermekte çok zor.

Bizimkisi bir hastalık belki de. Siyasilerin bulaştığı hastalık gibi gazetecilikte de bol bol hava var. Birçok kişiyle tanışıyor birçok olayın içinde oluyorsunuz.

Belki de bizlere cazip gelen bu ilişkilerdir. Tanımak ve tanınmış olmak ayrı bir zevk veriyor olabilir. Bir yere girdiğinizde ben gazeteciyim deyip hava atabilirsiniz. Son dönemde tam tersi.

Basının gücünü kullanıp istediğiniz bilgi ya da kişiye daha çabuk ulaşabilirsiniz. Bu mesleğe bir kez girdiniz mi çıkmanız hiçte kolay olmuyor. Siyasilerden tek farkımız bizim meslekte ekonomik bir tatmin yok!

Yaptığımız haberlerden memnun olan mutlaka vardır. Ancak memnun olmayanların sayısı olanlardan çok daha fazladır. Yani ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamayız bir türlü.

Aslında geçmişte bizler bülten hazırlamak yerine gerçek bir habercilik yapmaya çalıştıysak genellikle yaptığımız işin birilerini rahatsız edeceği bir gerçekti. Aslında şimdi de bir kaç gazetede durum hala böyle.

Elbette ki güzelliklere de yer veriyoruz sayfalarımızda. Yaptığımız işin ve sonuçlarının birilerini etkileyeceğinin bilincindeyiz. Sorumluluk anlayışımız toplumun doğru bilgilendirilmesine, eğitilmesine katkıda bulunmayı gerektiriyor.

Ve bizler de bu bilinçle hareket etmeye çalışıyoruz. Özellikle de yerel gazeteciler olarak. Bizler her gün büyük özveri, stres ve ekonomik güçlük içinde gazete çıkarıyoruz.

Hele hele son dönemde yaşanan döviz dalgalanması karşısında girdiler artarken basılı gazete çıkarmak neredeyse imkansız hale geldi. Stres iki kart arttı.

Bu işin sonu nereye varır bilemem. Ama bildiğim bir gerçek var ki o da yerel basını ayakta tutamayan toplumların seslerinin kesileceğidir.

ÜZÜM ÜZÜME BAKA BAKA

Türkiye’de bir birine benzemeye başlayan insanlar için kullanılır bu tabir; ‘Üzüm üzümü baka baka kararır’ diye. Tıpkı CHP ile İP’in son günlerdeki durumu gibi.

Efendim bir süre önce CHP Serik İlçe Başkanı İbrahim Demir, sağlık sorunlarını gerekçe gösterip görevinden istifa etmişti. Ancak işin aslının öyle olmadığı hakkındaki rüşvet iddialarının ayyuka çıkması nedeniyle bunu yaptığı ortaya çıkmıştı.

Ses kayıtlarının savcılığa verilip suç duyurusunda bulunulmasına rağmen CHP’nin Demir hakkında tek bir kelam etmeyip soruşturma bile başlatmaması manidar değimliydi?

Elmalı’da İP’li Belediye Başkanı Halil Öztürk’ün yaşadığı ‘Noter Onaylı Aşk Skandalı’ akabinde tarihi Elmalı Güreşleri’nde yaşanan çirkinlikler ile Elmalı Kent Meydanı Projesi hakkındaki iddialara ne demeli?

Peki bu konuda Meral Akşener’in İP’i ne yaptı dersiniz? İl Başkanı başta olmak üzere herkes sustu. Yani koskocaman bir hiç. Çünkü ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ misali İP’te tıpkı CHP gibi ölü taklidi yaptı.

Sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşananların üstünü örtmek istercesine il başkanı dilini yutmuşken, önceki gün İP Muratpaşa İlçe Başkanı Semih Tayfur bir sürü iddiayı ortaya attı.

Beyefendi siz kendi başkanınız bir sürü rezilliği varken halkın karşısında hiçbir şey olmamış gibi dolaşacak ona sesiniz çıkmayacak, ama milletvekilinden intikam almak için carlayacaksınız!

Sayın Tayfur, yok öyle üç köfte beş kuruşa. Siz önce kendi kapınızın önünü süpürün sonra başka mahalleye sarkın. Aksi halde inandırıcılığınız kalmaz.

YARALAR YİNE SARILIR

Bir kez daha yazmakta fayda görüyorum. Her ne kadar içimizdeki bazı insanlar inanmasa da küçümsese de Türk devleti büyüktür. Hem de onların inanamayacağı kadar.

Son yıllarda yaşadığımız badireler başka ülkelerde olsa çoktan oralarda devlet diye bir şey kalmazdı. Darmadağın olurlardı. Hatta bırakın darmadağın olmayın eserleri bile kalmazdı.

Buna benzer bir yazıyı Manavgat’taki orman yangını sonrası kaleme almıştım. Ama öyle bir dünyada yaşıyoruz ki her gün yeni musibet ile karşı karşıya kalıyoruz. Felaketler yakamızı bırakmıyor.

Bu kimi zaman deprem kimi zaman orman yangını kimi zaman sel kimi zamanda koronavirüs olarak karşımıza çıkıyor. Ama hem milletimiz hem de devletimiz bunların üstesinden geldi ve geliyor.

Efendim geçen yıl aralık, bu yıl da nisan ayında iki kez dolu, hortum ve sel felaketleri yaşadı Antalya’mız. Hafta sonunda yine aşırı yağışın etkisi ile aynı sıkıntılar oluştu.

Serik ilçesinde 2 gündür etkili olan yağışın ardından yaşanan su taşkınında zarar gören Eminceler, Belek ve Kadriye mahallelerindeki seralarda perişan oldu

Ama devletimizin tüm kurumları el ele vererek yaraları sarmak için ne gerekiyorsa yapmaya başladı. Belediye çamurları temizleyip suları tahliye ederken Tarım ve Orman İlçe Müdürlüğü ekipleri de hasar tespit çalışmalarına başladı.

Dile kolay metrekareye 2189 kilogram yağış düştü. Bu miktar başka yerde olsa inanın sağlam bir şey kalmaz her şey yerle bir olurdu.

Şimdi her zaman olduğu gibi devlet yaraları saracaktır. Yeter ki biz devletimizin büyüklüğüne inanalım.