YAZARLIK ZOR ZANAAT VE CESARET İSTEYEN BİR İŞTİR!

Gazetecilik ve akabinde yazarlık çok zor zanaattır. Çünkü yazarken bilgi ve belge gereklidir. Belgesiz bilgi tek başına bir hiçtir. Onun için bir yazı veya kitap yazmak cesaret gerektirir.

Muhittin Böcek. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı şu an. 30 sene önce geldiğim bu şehirde tanıdım kendisini. Dostluğumu öyle herkes gibi paylaşım yaparak ifşa etmem. Kendisini siyasetçiden öte insan olarak severim. Gerisi beni ilgilendirmez. İlgilendiren bölümlerinde de mesleki olarak eleştirilecekse eleştirir, övülecekse överim.

Şimdi gelelim asıl mevzuya. Başkan Böcek, 19 Ekim’de ‘İkinci Yaşam-Siyaset ve İhanet’ isimli ikinci kitabının tanıtımını yapmıştı. Bende katılmıştım o programa. Yalnız o gün kitabı sadece Böcek’in elinde görebilmiş ve içeriğini herkes gibi bende merak etmiştim. Çünkü ihanetten bahsedilirken bazı isimlerinde orada olduğunu belirtmiştim.

Nihayet geçen hafta Cuma günü kitap fuarına söz verdiğim gibi gidip kitabı aldım. Başkan’ı bekleyip imzalatmak için ilk sıranın en önünde yer tuttum ve kendisine imzalattım kitabı. Hemen evin yolunu tutup kitabı okumaya başladım. Hafta sonu sindire sindire okudum kitabı. Özellikle İHANET bölümünü. Öncesinde hastane günlerini okurken boğazım düğümlendi!

Kitap 155 sayfa ve bana göre 5 bölümden oluşuyor. İlk bölümü zaten birinci kitabın özeti. İkinci bölüm ise Büyükşehir’deki devir teslim ile ilk 100 ve 200 günlük süreci içeriyor. Kitabın asıl okunması gereken bölümü 65’inci sayfa yani ‘Covid-19 ile ilk tanışma/Bana bir şey olmaz’ ile başlıyor. Yani kitabın ana nüvesini oluşturan ‘İkinci Yaşam’ bu satırlarda.

BOĞAZINIZ DÜĞÜMLENİR

Evet bu bölümü okurken inanın kendini insan hisseden herkesi etkiler ve okudukça boğazınız düğümlenir. Başkan Muhittin Böcek, bu bölümde kendisini hastaneye giden sürece adım adım anlatıyor.

Çağın belası olan koronavirüsü nerede kaptığından başlayıp “Bana bir şey olmaz” diyerek sağlığını nasıl ihmal ettiğini ve sonrasında hastane yatışı ile yoğun bakıma girişini, Böcek’in kendi kaleminden ilk kez okudum.

Ardından Akdeniz Üniversitesi’ne nakli. Bu süreçte Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu başta olmak üzere ilgili bakanların nasıl ilgilendiğini oğlunun anlattıklarından aktarmış. Oğlu Gökhan ve ağabeyi rahmetli Şadi ile nasıl vedalaştığını ve onlara yaptığı vasiyeti anlatıyor Böcek. Yaşamla ölüm arasındaki sürecin yer aldığı bu satırlar beni çok etkiledi.

Kitabın 69’uncu sayfasında, “…endişelenmeye başladığımı hatırlıyorum. Oğlumla ve Şadi abimle yarım saat kadar süren bir vedalaşma yaşadık. Duygusal anlamda çok ağır geçti. …umutsuzluğa kapıldığımdan oğluma telefonumu verdim, borçlarımı, alacaklarımı aktardım. Şifrelerimi ve bazı özel bilgileri onunla paylaştım. Bir daha dönüş olur muydu, bilemiyordum, endişeliydim…..”

İkinci kez yoğun bakım ve sonrasını oğul Gökhan Böcek hastane sonrası anlatmış ve aktarmış babasına. 22 Eylül'de 2021’de vefat ettiği haberinin yayılması ile yaşanan süreci bile.

İHANET İÇİNDE İHANET VAR

Azrail’le 108 gün cebelleştikten sonra hastaneden taburcu olan Başkan Böcek, kendisi ölüm döşeğinde iken yaşanan bir gelişmeyi öğreniyor ve bunu da kaleme alıyor. Olay yani ihanetin ilk başlangıcı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun belediye binasını ziyaretinde yaşanıyor.

Manavgat ve Konyaaltı belediye başkanları, Böcek’in yokluğunu aratmamak için neler yapılabileceğini anlatırken bazıları siyasi beklenti ve taleplerini anlatmışlar. İşte burada keyifler kaçıyor ve Kılıçdaroğlu, “Artık ayrılayım” diyerek beklentileri bitiriyor.

Tabi kitapta bazı bölümleri atlayarak aktarıyorum sizlerin de alıp okuması için. Hepsini harfiyen yazacak olursam Doğan Kitap telif davası açar. Alıntılar izne tabi olduğu için.

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER

Bana göre kitabın en can alıcı bölümü bundan sonra başlıyor. ‘Siyasetin çirkin yüzü’ 109’uncu sayfadan başlıyor. Bu bölümde Yoğun bakımdayken yapılan ölüm haberleri!

Böcek diyor ki, “Ölümüm üzerine başkanlık senaryolarına ilişkin çalışmalara başlanmış. Beklenti içinde olanlar parti büyükleriyle görüşerek adaylıklarını ve taleplerini dile getirmişler. Bazıları ise hastalığım süresince bu ziyaretleri birden fazla tekrarlamışlar. Büyükşehir Meclisi’nde seçim için çalışmalara başlamışlar…..Siyaset, meğer sen nelere kadirmişsin…..”

O İSMİ AÇIKÇA YAZAMAMIŞ!

Bu bölümde o dönem piyasada konuşulanlara ve yazılıp çizilenlere de yer vermiş Başkan Böcek. Ben diğer yazılanları kitaptan okumamızı tavsiye ederek asıl bölüme geçiyorum. Böcek, yoğun bakımda kendine gelip servise çıktıktan sonra belediyedeki işleyiş ve gelişmelerden, görevden almalardan, yetki kısıtlamaları ve atama gibi işlerden haberdar olduğunu kitabın 112’nci sayfasında yer veriyor.

Bunun üzerine bilgisayarını istediğini ve şifresini kendisinin girdiğini belirtiyor satırlarında! Oysaki kamuoyuna başka aktarılmıştı bu konu. Sonra ilk işi yerine bıraktığı vekili (Mehmet Hacıarifoğlu) değiştirmek oluyor. Ayrıntıları kitapta yer alıyor ama isim verilmeden.

“Beni asıl üzen olay….!” diyen Böcek, “Mevcut vekil arkadaş ‘Bu imza sahtedir, hastanede bu durumdaki birisi bunu yapamaz. Yanındakilerden birisi iradesi dışında yapmıştır’ gerekçesi ile beni İçişleri Bakanlığı’na şikayet etmiş. Kim ediyor? Benim vekil bıraktığım, inandığım, güvendiğim, olmazsa olmaz dediğim arkadaş… Beni sahtecilikle suçluyor. Ben bir kez daha yıkılıyorum…..”

Evet işte kitabın yazılmasına neden olan asıl konu ve olaylar silsilesi bu. Bunu yazılı olarak ilk kez okumuş ve görmüş olduk. Hem de Başkan Muhittin Böcek’in kaleminde. Ancak benim anlamadığım niye isimlerin zikredilmediğidir? Yazarlık zor bir iştir. Hem cesaret ister hem de belge gerektirir. Keşke belge varsa açıkça yazılsa daha iyi olurdu.

Başkan Böcek’in ikinci kitabının nüvesini oluşturan olayların baş kahramanı dönemin Başkan Vekili Mehmet Hacıarifoğlu olarak adres gösteriliyor ama diğer aktörler de es geçilmiş. Sonrasını ve ayrıntılarını bir zahmet gidin kitabı alın ve kendiniz okuyun derim.

NOT: Kitabın Editörü Sema Çubukçu hanımefendi; editörlük de zor zanaattır, dikkat gerektirir. 66’ncı sayfada Başkan Böcek’in kolu mu yoksa ayağı mı kırıldı?’ bir türlü karar verilememiş. Böylesine önemli bir kitapta bu hata olmamalıydı öyle değil mi?