Yaradan katli değil adli emrediyor…

Ait olduğu milletin, yaşadığı ülkenin, coğrafyanın sıkıntılarıyla dertlenmeyen aydın insana gamsız, kaygısız demek bence hafif bir ifade. Düşünen insanlarımızın daha geniş anlamda dünyada olup bitenleri anlamaya çalışması, yaşanan haksızlıklar için düşüncelerini paylaşması insani ve vicdani bir görev. Peygamberimiz buyuruyor: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” 

***

Her insanın kendine göre derdi, sıkıntısı var bu dünyada. Fakat dert genel olduğu zaman insan kendi sıkıntılarını bir tarafa bırakıyor, büyük dertlerin acısını daha bir yakıcı hissediyor. İnsan olmanın gereği bu. Namık Kemal’in tam da bu durumu işaretleyen bir beytini hatırlayalım:

 “Bâis-i şekvâ bize hüzn-i umumidir Kemâl

Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdına”

 (Şikâyetimin sebebi içinde bulunduğumuz hüzün atmosferidir. Yoksa kendi derdim billahi gönlümün hatırına gelmez.)

Yanı başımızda öyle bir insanlık dramı yaşanıyor ki buna seyirci kalmak vicdanların körelmesi, duyarsız olmak insanlığın ölmesi…

***

Tablo bilindik: İsrail’in İngiltere ve özellikle ABD desteğiyle yürüttüğü genelde Filistin’de, özelde Gazze’deki soykırımı bütün dünya maalesef yalnızca seyrediyor. Dünya, Birleşmiş Milletlerin aldığı kararları dinlemeyen, Uluslararası Adalet Divanında yargılanmayı umursamayan bir gözü dönmüş güruhla ve bu güruha destek veren sözde kimi medeni ülkelerle karşı karşıya. 

Gazze’den her gün gelen acı feryatlarla içimizdeki yangın daha bir harlanıyor. İnsanlıktan nasiplenmemiş Siyonist iman, aklın alamayacağı kadar, vicdanın sızılara yetemeyeceği kadar barbarlıkta, vahşette sınır tanımıyor. Oysa daha üzerinden yüz yıl geçmeyen bir soykırıma Alman Nazileri tarafından kendileri uğramıştı. Bizim içimiz o zaman da yanmıştı. Nazi filmlerini izlerken içimizdeki sızıyı, gözlerimizdeki yaşı saklamaya kimlerin gücü yetiyordu ki? Soykırımın ne olduğunu bin acıyla yaşayanlar, şimdi o soykırımda hiç suçu olmayan hatta onlar için içi yanan bir topluma soykırım uyguluyor ve hatta bundan zevk duyuyor: Siyonizm’in Sadizm’le kucaklaşması…

***

Daha geniş bir perspektiften baktığımızda, bir önceki yazımda da belirtiğim gibi, yaşadığımız coğrafyada oynanan oyunun bir dizinin bölümü olduğunu görüyoruz. Bölümler, Orta Doğu’da devletlerin istikrarsızlaştırılması üzerine kurulu. Dizinin tamamı ise Büyük İsrail’in kurulması, arzı mevudun gerçekleştirilmesi. 

“Bizler ışığın insanlarıyız, onlar karanlığın. Işık gelince karanlık kaybolacaktır. Onun için karşınızdakileri insan olarak görmeyin; onları öldürün, asla merhamet etmeyin!”

***

Kendilerinden olmayana, uydurulmuş teolojik yaklaşımın Netenyahu’nun ağzından dökülen nefret sözleri. Bir toplumu kırmak için kendi toplumuna vahşet yapmalarının Tevrat’la emrediliyorsunuz davetiyesi… Siyonistlere göre bu çağrı Rabb’ın daveti. 

***

Altı asır önce Protestanlığın kurucusu sayılan Martin Luther de haksızlığa uğradıklarını iddia eden köylüler için soylulara, yönetimi elinde bulunduranlara böyle seslenmişti: “Köylüler akılsız, iradesiz insanlardır. Prensler, Tanrı’nın vekilleridir, onların sözü Tanrı’nın sözüdür. İsyan eden köylüleri öldürün, işkence edin ve onlara merhamet etmeyin!”

***

İlki Tevrat’tan, ikincisi İncil’den güya kaynaklanan düşünceler. Tevrat, İncil levazım; güç için, çıkar için başka ne lazım? Gazze’de, Filistin’de yaşanan ve yakın coğrafyamızı hatta ülkemizi hedef alan akıl, şimdi bu iki inancın ortak yönlerinden hareket ederek kendilerini ışığın insanları, kendilerinden olmayanı karanlığın insanları olarak görüyor. 

Teolojik düşünce lafta, menfaat ön safta…