VEFASIZ DOSTLAR İÇİMİZİ YAKIYOR

Dün Antalya’nın en eski muhtarlarından ve CHP’de bir dönem siyaset yapan NURİ SAYMAZ namıdiğer NURİ BABA’nın son durumu hakkında birkaç kelam ettim. Kendisi halen Yıldız Mahallesi’nde bir hastanenin yoğun bakım servisinde ENTÜBE halde yaşam savaşı veriyor.

Yazımdan sonra epey arayan oldu. Nuri Baba gibi AHDE VEFASIZLIĞA uğrayan onlarca eş, dost. Hatta yazımın altına Nuri Baba’nın tanıdıkları da mesajlar yazdı. Vallahi ben onu bunu bilmem ama Nuri Baba harbiden AHDE VEFASIZLIĞA uğramış biri. Bu olayı düşünürken canım çok sıkıldı. Hatta klavyenin tuşlarına hıncımı alırcasına sert bastım. Resmen eski dostlarıma içerledim.

İşte bu yüzden bugün de VEFA üzerine düşüncelerimi tekrar aktarmak istedim. Denilir ki; VEFA arkada bıraktığını ve giderken yaktığını, yabana atmamaktır. VEFA; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere ve hayallere ihaneti katmamaktır. Özetle VEFA ‘HAS’ların vasfı, unutmak ise ‘HAM’ların vasfıdır’ derler.

Evet şu an bu satırları okurken birçoğunuz eminim şöyle derinlere ve maziye dalıp gidiyorsunuzdur. En azından ben yazarken bile dalıp dalıp gittim iç dünyama ve yargıladım kendi kendimi. Ama öyle böyle bir yargılama değil bu.

“Geçmişimde acaba bilerek ya da bilmeyerek, kaç DOSTUM dediğim insana VEFASIZLIK yaptım, VEFASIZ çıktım, ARKASINDAN vurdum, İHANET ettim, KALLEŞLİK ve KAHPELİK yaptığım hiç oldu mu acaba?” diye mazimi gözümün önünden bir film şeridi gibi geçirdim.

Ve sonuç olarak, vicdanen öylesine rahat ve huzur doluyum ki bu konuda kendimi şanslı sayıyorum. VEFASIZLIK yaptığım DOSTUM yok diye biliyorum. Bir insan kendine sorduğu “BEN VEFALI BİR DOST MUYUM?” sorusuna “AMA BEN BİLEREK VE İSTEYEREK KİMSEYE VEFASIZLIK YAPMADIM Kİ” ifadesini kullanmak zorunda kalıyorsa, o kişi gerçek anlamda VEFALI DEĞİLDİR.

Çünkü GERÇEK DOST VE VEFALILIK, bilmeyerek dahi olsa ‘DOST’ dediğin ve ‘ADAM’ yerine koyduğun insanı, var oldukça ve hatta ölümünden sonra dahi ebediyen dost ve adam bilmektir.

Bir dönem iyi bir dost, bir zaman şöyle böyle tavır takınmak olsa olsa şahsiyetsiz, omurgasız ve duruşsuz kişiliklerin işidir. Mesele omurgalı olmak değil mi?

Toplumumuzdaki bireylere teker teker sorduğumuzda yaklaşık yüzde 90’ından aynı cevabı alıyoruz. “SİZ VEFALI BİR DOST MUSUNUZ?” sorusuna, istisnasız herkes ‘EVET’ cevabını veriyor. Yine aynı insanlarımız “SİZİN ETRAFINIZDAKİLER SİZE KARŞI DOST VE VEFALI MI?” sorusuna ise net bir şekilde ‘HAYIR’ cevabını veriyor.

Öyleyse toplumumuzda bu anlamada bir çelişki ortaya çıkmıyor mu? Öyle ya, madem fert fert hepimiz KENDİMİZE GÖRE VEFALIYSAK, niye karşımızdakiler BİZİ VEFALI OLARAK görmüyor?

İşte bütün mesele burada ve çözümünü de burada aramalıyız. O sorunumuzun adı da “ANLATAMAMA, YA DA KENDİMİZ İFADE EDEMEME SORUNU.”

Fakat yine kendi kendimize bu sorunun adını koyarken bile işin kolayına kaçıyor ve “ANLAŞILAMAMA VE ANLAMAK İSTENMEME SORUNU” diyerek, suçu karşımızdakilere atıyoruz.

Yani kimsenin bizi anlama mecburiyeti ve hevesi yoktur. Kişinin kendini anlatmak ve anlaşılır olmak mecburiyeti vardır.

Bu ifadeyi tamamlaması açısından bir de şu güzel sözü aktarmak istiyorum. “Sizin ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz anlam taşır.”

Kısacası ve sözün özü odur ki; Şu üçü geçmiş dört günlük dünyada, illaki kendi kabuğumuzda anlaşılmayı ve VEFALI DOSTLARI bekleyeceğimize, şöyle silkelenip ayağa kalkıp, kendimizi olduğumuz gibi anlatmayı ve öncelikle biz kendimizi diğerlerine VEFALI OLMAYA zorlasak ne kaybederiz ki!

Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz. En kalıcı olacak olan ise bugün değil yarın arkamızdan nasıl konuşulacağıdır. Kendini VEFALI sanan VEFASIZLARA ithaf olunur!

BÜROKRASİ HAZRETİ!

Oldum olası BÜROKRASİYİ hiç sevmem. Evrak, kayıt, kürek derken insanın canına ot tıkanıyor. Ben kısaca bir konuyu anlatacağım gerisini size bırakacağım!

Benim de sıklıkla gündeme getirdiğim eski hostes ve yıllar önce şizofreni tanısı konulan 60 yaşındaki Sibel Baltacıbaşı bir süredir sokaklarda yaşamını sürdürüyordu.

Bu hanımefendinin devlet eliyle zorla da olsa tedavi edilmesi için Antalya Valisi Hulusi Şahin’in duyarlılığı sayesinde BÜROKRASİ HAZRETLERİ uyanışa geçti. Önce Sağlık Müdürlüğü sonra da Emniyet Müdürlüğü aracılığı ile Sibel Baltacıbaşı, polis merkezine götürülerek vasisi avukatı Baykal Koçum nezaretinde hastaneye sevk edildi.

Bu dediklerim 22 Eylül’den beri yaşanıyor. Bilindik bir şekilde BÜROKRASİ HAZRETLERİ tekrar el frenini çekti. 26 Eylül’de benim ricam Eğitim Araştırma Hastanesi Başhekimi’nin devreye girmesiyle HEYET RAPORU kargo ile ADLİYEYE gönderildi!

Bugün Ekim’in 4’ü ve halen yazı ulaşmadı. Ulaşsa ilgili mahkeme karar verecek ve Sibel Baştacıbaşı bir hastaneye yatırılarak tedavi altına alınacak. Belki de sağlıklı bir birey olacak!

Tabi BÜROKRASİ HAZRETLERİ o meşhur EL FRENİNİ indirip YOL verirse. Düşünün şimdi, bir kentin valisi devrede olmasına rağmen böyle bir BÜROKRASİ yaşanıyorsa vay halimize!

Kanuni’nin “Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi” sözünü savunuyoruz ya. “Hadi canım oradan” diyesim geliyor vallahi!