TÜKENİYOR MUYUZ, TÜKETİYOR MUYUZ?
Son günlerde, kendime en çok sorduklarım listesinin başında geliyor bu soru…
Sabah gözümüzü açtığımız andan itibaren, hayatımızdan akıp gidecek yeni bir gün için sayaç çalışmaya başlıyor. Her ne kadar son 1 yıldır hayatımızın koşuşturması bir nebze yavaşlamış olsa da, gündelik telaşlarımız hala aynı.
Çünkü; tüm kaoslarına gerilimlerine rağmen hayat çok güzel, nefes almak çok güzel, bunu kötü tecrübelerle deneyimlemiş olsak da, hastalık da güzel sağlığımızın kıymetini bildirdiği için… Zararın neresinden dönsek kar sayarak, yolumuza devam ediyoruz…
Koronavirüs hayatımıza bomba gibi düştüğü anda, ilk olarak okullar kapanıp ardından yasaklar peş peşe gelip evlere kapandığımızda, herkes gibi ben de özgürlüğü elinden alınmış olmanın verdiği panik ve korkuyu yaşadım.
Her şey anlamını yitirmiş, kapkara bir perde çekilmişti sanki hayatlarımıza… Gardrobumdaki kıyafetler ve ayakkabılar, manasız bir şekilde bana bakıyordu; eşofmanımla selamlaştık ve ne kadar da çok almışım diye kızdım kendime… O an kendi kendime verdiğim en büyük söz geldi aklıma, “bir daha gereksiz alışveriş yapmayacağım”
Konuştuğum herkes hayatın nasıl da anlamını yitirdiğini; hırslarımızın, egolarımızın, nasıl ikinci plana düştüğünü ve sadece nefes almanın bile ne kadar kıymetli olduğunu söylüyordu. Çevremizdeki insanlar benim kendime verdiğim söz gibi, türlü sözler vermişti kendine…
“Şu beladan bi kurtulalım, tatilde karavan kiralayıp görmediğim her yeri gezip göreceğim” diyenden tutun da, “hiç eve girmeyeceğim yapılacaklar listesi yaptım hepsini hayata geçireceğim” diyene kadar birçok güzel fikir içimizi ısıtmıştı…
Doğa kendini yenilemeye başlamış, denizler temizlenmiş, şehirler trafik ve insan kalabalığından arınmış, ozon tabakasındaki delik bile kapanmıştı. Bence herkes gereken dersi almış, hoyratça yok ettiğimiz hayatlarımız intikamını almış, gündelik tüm ihtiraslarımız yok olmuştu…
Sonra ne oldu peki?
Sonra beşer olduğumuz gerçeği yeniden devreye girdi, vaka sayıları düşmeye başlayınca, hemen unuttuk yaşadıklarımızı ve yeni normalleşmeyi sadece maske takmak sanıp, attık kendimizi eski rutinlerimizin içine…
AVM’ler yeniden doldu, oteller, tatil beldeleri, plajlar, partiler tam yol ileri talimatı verilmişçesine, koronavirüs tedbirleri kapsamında kolonya kokusuyla kaldığı yerden oturdu yeniden hayatlarımıza…
Oysaki ne kadar zor artık her şey; uzaktan eğitim zor, home office (ev afisi) çalışmak zor, sevdiklerimize sarılamamak en zor… Renkler var artık hayatımızda ama kimin umurunda kırmızı olmuşuz maviye dönememişiz…
Ders almıyoruz insanoğlu olarak çünkü; teknolojinin altın yıllarını yaşadığı bu dönemde aldığımız kararları bile hayata geçirmek hep dış etkenler engeline takılıyor.
Hepimizin klinik tanı konulacak kadar bağımlısı olduğumuz TV, internet vb. aygıtlar ve oralarda dönen reklamlar, promosyonlar… Sayfayı yukarı kaydır diyen herkese inandık. Takipçi sayısı 10 bin ve üzeri olan kişileri, ünlü ve başarılı saydık.
Kendi kendilerine verdikleri oyuncu, yazar, çizer gibi unvanları gerçek sandık, daha da kötüsü çocuklarımızın da ünlü bir “YouTuber” olma hayali kurduklarını kabullenince, tehlikeyi görmeyip içten içe keşke der olduk…
Mis kokulu beyaz sabunlardan, içeriği kimyasallarla donatılmış şampuanlara hızlı bir geçiş yaptı hayatlarımız ve o şampuanları üretenler, önce o kimyasallarla saçlarımızı döktü, sonra saç dökülmesini önleyici kremler çıkarttı. Kremler saçı matlaştırınca serumlar üretti saçınıza, “canlılık gelsin” deyiverdi. Tek reklamla 3 ürün sattı hepimize ve bizlerde gözümüzü boyadıkları o şampuan şişelerine dönüştük zaman içerisinde…
Hayat hep aynı döngü içinde dönedursun, “şanslı cumalar”, “efsane perşembeler” de, sayfayı yukarı kaydırıp indirim yaptıklarını iddia ettikleri yalanında çılgınlar gibi alışveriş yapalım. Bizim için; salı sallanır, çarşamba çarşafa dolanırdı ama şimdi tüm günlerimizi indirime girmiş hayallerimizde yaşıyoruz.
Hani ders almıştık, hani hayatı artık farklı yaşayacaktık, hani sıyrılmıştık tüm kendini bilmez duygularımızdan, hani maske mesafe hijyen kurallarımız; ellerimizi yıkarken ruhumuzu da yıkasak fena mı olurdu…
Bir yalanın içinde debelenirken, kendime sormadan edemiyorum;
Tükeniyor muyuz, tüketiyor muyuz? Yoksa “Minik Serçe” Sezen Aksu’nun muazzam şarkılarından biri olan ‘’İşte biz o gün tükeneceğiz’’ dediği gün, efsane cuma günü müydü?
Siz de benim gibi merak ediyorsanız, sayfayı yukarı kaydırıp öğrenebilirsiniz…