TOPUYLA TÜFEĞİYLE…

11 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye’nin de aralarında olduğu 45 ülke ve Avrupa Birliği’nde imzalanan ve bu ülkelerin 34’ünde onaylanan İstanbul Sözleşmesi’nden 20 Mart itibarı ile çekilme kararı almamız üzerine başlayan tartışmalar hala gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.

Sözleşmenin içeriği elbette önemlidir ama detayları, getirdikleri ve götürdükleri ise çok çok daha önemlidir! Kadınlarımızı ve kızlarımızı her türlü şiddet ve istismardan korumak adına atılacak her adımı sonuna kadar desteklerim. Hiçbir kadının veya genç kızın kötü muamele ile karşı karşıya kalmasına gönlüm de vicdanım da elvermez.

Ancak Türk aile yapısına uymayan, örfümüzden bizi uzaklaştıracak, sapkın zihniyetleri gençlerin ve gelecek nesillerin beynine kazıyacak olan hiçbir çalışmaya da evet demeyecek, onu destelemeyecek her ortamda da karşı çıkacak kadar kendimi sorumlu hissederim.

Gerek bugüne kadar aldığım din ve ahlak bilgim gerekse yetiştiriliş tarzım, hiçbir sapkınlığa onay vermeme müsaade etmez. O yüzdendir ki, hele hele devlet eliyle Türk aile yapısının altına dinamit koyacak, her türlü sapık ilişkiye göz yumulacak gayri ahlaki olan hiçbir sözleşmeye de hiçbir Allah’ın kulu bana evet dedirtemez, destekletemez!

Onun için İstanbul Sözleşmesinden çekilmemizi sonuna kadar destekliyor ve bu kararı alanları yürekten kutluyorum.Çünkü “Elhamdülillah Müslümanız” diyen bir toplumda kadını korumak için, bırakın sözleşmeyi hiçbir kanuna bile gerek yoktur aslında.

Veda hutbesinde, “Ve kadınlar size Allah’ın emanetidir” diye buyuran bir peygamberin ümmeti olarak, kağıtlara yazılan üç beş satıra bakarak mı kadınlarımıza, kızlarımıza değer vereceğiz yoksa onları Allah’ın bir emaneti olarak görüp ona göre mi sahip çıkacağız?

Tabii ki analarımızı, eşlerimizi, bacılarımızı, kızlarımızı yani kısaca tüm kadınlarımızı ayaklarının altında cennet gezdiren kutsal varlıklar olarak kabul edecek, o gözle bakacak ve her daim baş tacı yapacağız.

Onun içindir ki, İslam ahlak ve faziletinden uzaklaşmadan, Türk örf ve adetlerine sahip çıkarak, kadınlarımıza hiçbir sözleşmeye ihtiyaç duymadan gereken değeri vermeliyiz.

Bakın 30 sayfalık İstanbul sözleşmesi imzalanalı 10 yıl oldu…

On yıldır kadın cinayetleri, tacizleri, tecavüzleri bitti mi?

Bırakın bitmeyi azalıyor mu?

Tabii ki hayır…

Çünkü; ahlaki değerlerden uzaklaşıp kültürel yozlaşmayı sonuna kadar yaşamış, her türlü kötü alışkanlıklara sahip bir toplum ve nesil yetiştirirseniz, değil 30 sayfa 300 sayfalık sözleşme bile hazırlasanız hepsi havada kalır!

Şimdi sözleşmeden çekilmemizin açıklanmasıyla birlikte, bazıları pusuda avını bekleyenler gibi “Top”uyla, tüfeğiyle meydanlara inip bağırmaya başladı.

“İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diye!...

Ne sözleşmesi kardeşim insanı insan yaşatır, adam yaşatır, vicdan yaşatır.

Aslında sözleşme falan bahane, amaç hükümete sallama mitingleri yapmak…

Bir bahane ile meydanlarda  “top”lanıp içlerindeki iktidara olan kini kusmak.

Ama “top”lanan kalabalıklara bakınca vay be diyesim geliyor.

Aynı camide birlikte safa bile durmayacak olan kişiler aynı meydanda “top”uyla,  tüfeğiyle gösteri yapıyor.

 Ne diyordu Abdurrahim Karakoç

"Beden ölür, çürür, cana bakın siz.

Kim kiminle yürür, ona bakın siz.

Bırakın dönsün dönme dolaplar.

Haktan hakikatten yana bakın siz."