TEMBELLİĞİMİZ
Debdebeli açılış sonrası yavaş yavaş rayına oturmuş bir olimpiyat oyunlarına şahitlik ettik.
Spora dair bir keyfi yaşadık mı yoksa daha çok sporun tali unsurları mı önümüze çıktı açıkçası bundan pek de emin değilim. Peki Paris Olimpiyatları’nın karanlık tarafı neydi, neden oyunun içine yönelmede eksiklikler yaşadık sorusuna verilecek cevapta da cinsiyet tartışmalarını göstermek çok yanlış değil. Başlangıcı neydi ki gelişimi ve sonu ne olsun.
***
Cinsiyet tartışmaları odağındaki Cezayirli bir sporcunun finale çıkıp eze eze altın madalya kazanışı; yapay müdahalelerle cinsiyet değiştiren veya ciddi şekilde hormon takviyesi alan başarılı olan kişilerin kadın sporlarına dahil olup olmaması hususunu tekrardan harlarken, konunun tekrardan olimpiyat başlangıcına çekilmemesi tabiki de kaçınılmaz olurdu. Kadın ve erkek arasındaki kas kütlesi farkı, cinsiyet değiştiren kişilerin olimpiyat sporcusu olup olmaması tartışması ya da fiziksel anomali taşıyan kişilerin yarışması Olimpiyat ruhuna uygun mu gibi konular tekrardan tetiklenmişken basit, gösterişsiz ve sade bir Türk’ün atıcılık alanında gümüş madalya ile sahneye çıkarak iddia ve ihtişamın ta kendisi olması hemen herkesin odağını tekrardan oyunlara yöneltmesine neden oldu. Yıllar sonra Paris Olimpiyatlarından bahsedilirken “cinsiyet tartışması” yerine eli cebinde bir Türk’ün nişan alması konuşulacaktır diye tahmin ediyorum. Fransızların bize ufak bir teşekkür borcu var.
***
Peki bizde durum alemde? Açıkçası vaziyet hiç de iç açıcı değil. 18 branşta yarışmak üzere toplam 101 sporcuyla Olimpiyatlara katılan Türkiye an itibariyle 8 madalya alabildi ve sıralaması şu an itibariyle 64. Önceki olimpiyatlarda 15 ile 35 arasında bir sıralamada kendine yer bulurken, bugün itibariyle bulunduğumuz konuma çakılmamız, Uganda, Ermenistan ve Kuzey Kore gibi ülkelerle aynı statüde yer almamıza neden oluyor. Bu noktaya adım adım mı geldik, neden başarılı olamıyoruz ve peki bu sorun genel olarak neyden kaynaklı?
***
İlk başta akla gelen sorun tabiki de ekonomi temelli. Sporcu beslenmesi, antrenör kalitesi ve hayat gailesi sebebiyle odağın sadece branşa yönelememesi gibi durumlar direkt olarak göze çarpıyor. Birdiğer husus da torpil ve liyakat. Kalabalık bir ülkeyiz, etrafı ve eşrafından “ben aslında şöyle iyi sporcuydum fakat torpilim olmadığı için elendim” gibi cümleler duymayan bir kişi bile olduğunu sanmıyorum.
***
Bunun gibi birçok popülist başlığı zaten yıllardır söylüyor ve tartışıyoruz. Peki bütün bunların asıl sorundan kaçmak için sığınılan bir bahane olduğunu söylemek doğru olur mu? Kesinlikle evet. Sporu seven bir millet değiliz, kazanmayı hayat memat meselesi olarak görüyor, gelişim ve değişime asla ihtimam göstermiyoruz. Spor hayatımızın herhangi bir noktasına adapte değil, alışkanlık konusuna dahi girmiyorum.
***
Hepsini geçtim hareket etmeyi seven bir millet de değiliz, yüksünüyoruz. Örnek olarak; en basit ve mikro ananelerimizden birisi ise evimizde oturan yaşlı kişi bir bardak su istediğinde saygı ve hürmet babında hemen gidip getirmek. Sebep olarak da genç varken yaşlının hareket etmesi kültürümüzde ayıp ve saygısızlık olarak karşılanması. Dirençli olmak, ayakta kalmak ve her şeyden önemlisi yaşamak için hareket etmesi zorunlu bir canlıya yapılacak en büyük ihanet buyken, vaziyet ise kültürümüzün en temel noktasında yatıyor.
***
En basit örnekte bile hareket etmekten kaçan bir millet olduğumuz yüzümüze çarparken işin en top noktasında Olimpiyatlarda, Şampiyonlar Liginde, Dünya Kupasında çuvallamamak açıkçası pek de mümkün değil. Kendimizi dev aynasında görmekten vazgeçip vaziyeti tespit etmek, öncelikle spor kültürü edinme ve işi de en temelinden başlatma şartı artık geldi de geçiyor. Şu kadar lisanslı oyuncumuz var, bu kadar spor tesisimiz var, yüzlerce stad açılışı yaptık gibi konuları bırakıp evet durum nedir demek elzem.
SON SÖZ
Hareket etmez, teşviklemez, hayatımızın içine adapte etmez ve normalleştirmezsek bu süreç geriye doğru böylesine işlemeye devam edecektir. Sorun o, bu, şu değil direkt olarak biziz. Tembelliğimiz.