TAŞLARIN TÜRK KÜLTÜRÜNDEKİ ÖNEMİ

Eski Türk inancına göre doğadaki her varlık canlı olarak düşünülmüş, bu varlıklara gizli güçler atfedilmiştir. İslamiyet öncesi dönemde dağ, tepe, ağaç gibi varlıklarla beraber taş ve kaya da Türkler tarafından kutsal kabul edilmiş, inanç sisteminin bir parçası haline gelmiştir. Bu eski inançlarını Müslüman olduktan sonra da tamamen terk etmeyen Türkler, bu inançlarla bağlantılı geleneklerini İslamiyet’le uzlaştırarak sürdürmüşlerdir.

***

Türk mitolojisinde dağ kültünün bir uzantısı olarak taş, kutsal kabul edildiği gibi aynı zamanda vatan sembolüne dönüştürülmüştür. Eski Türk inanışında koruyuculuk görevini yerine getiren ve vatanın, birliğin, gücün sembolü olarak kutsal kabul edilen Kut Dağının yeşim taşlarının parça parça Çinliler tarafından götürülmesi, buna bağlı olarak büyük göçün başlangıç sebebi olması bunun en somut örneklerindendir.

Kısaca anlatmak gerekirse, Uygurların ünlü Göç Destanı'nda (Kut Dağı Efsanesi) Uygur ülkesinin mutluluk ve refahı Kut Dağı adıyla bilinen iri bir yeşim kayasına bağlıdır. Bu kaya sayesinde ülkenin felaketlerden uzak bir hayat sürdüğü anlatılmaktadır. Efsaneye göre kayanın fonksiyonunu öğrenen Çinliler, kaya karşılığında Uygur kağanının oğluna Çin imparatorunun kızını vermeyi önenirler.

***

Halkın karşı çıkmasına rağmen Kağan teklifi kabul eder ve kayayı Çinlilere verir. Çinliler kayayı parçalayarak ülkelerine götürdükten sonra Uygur ülkesinde kıtlık başlar, her yerden göç sesleri işitilmeye başlar. Sonunda Uygurlar göç etmek zorunda kalırlar. Tarihimizdeki bu göç anlatısı kayanın kutsallığını dile getirmesi açısından önemlidir. Buradan hareketle taşların da bir ruhu olduğuna inanılır.

***

Taşla ilgili inanma ve uygulamalar o kadar çeşitlidir ki örneğin mezar başına mutlaka iki taş dikilir. Bunlardan baş kısmındakinin ölüm (öbür dünya), ayakucundakinin ise hayat, (bu dünya) için olduğuna inanılır. Mezarlıkta dua okurken kabrin ayakucunda durularak dua okunur. Bu şekilde bu dünyadan, öbür dünyadakine iyi niyet dilekleri gönderildiğine inanılır. Bu taşlar mezarlıkların geçmişten geleceğe susmayan dilidir aslında. Mezarlıklar bu dil sayesinde her şeyden önce bir tarih, kültür ve medeniyetin devamı ve kimliğin istikrarı için aidiyet mekânlarıdır.

***

Mezar taşlarına kazınan yazılar ve kendilerine verilen biçimler yalnızca bir devrin durumunu yansıtmaz, zamana karşı direnen bir kültürün ölümle ilgili kodlarını da taşımaya devam eder. Mezar taşları bazen o kadar estetik bir istek ve arzuyla yapılır ki, onların yansıttığı güzellik anlayışı içinde ölümün acısı, uzaklığı ve soğukluğu unutulur.

***

Sağlamlığıyla insan için daima kendi kırılgan ve geçici yapısını aşan bir gücün sembolü olan taşlar için, ölenin ruhunun huzurlu bir şekilde yolcu etmeye ve geride kalanların acısını paylaşmaya yarar diyebiliriz aslında. Yunus Emre ne güzel söylemiş; “ölümden ne korkarsın korkma, ebedi varsın!”