TAŞLARIN DİLİYLE GEÇMİŞİN SIRLARI
Ölüm, antik çağlardan bu yana insanların zihinlerinde var
olmuş ve insanlar, ölüm için daima bir şeyler yapma gereği hissetmişlerdir.
Eski Türklerin inanç sistemine göre de ölüm, hayatın yanı başında düşünülmüş ve
yok sayılmak yerine türlü renk ve motiflerle süslenip güzelleştirilmiştir. Bu
düşüncenin en somut biçimde gözlemlenebileceği yerler, şüphesiz tarihî mezar
taşlarıdır.
***
Etrafımızda, dünle bugünün yalansız şahitleri olarak
geçmişin birikimlerini ve hakikatlerini gösteren sayısız mezar taşı mevcuttur.
Atayurt’tan Anayurt’a Türk kültür hazinesinin derin izlerini taşıyan mezar
taşlarını, sıradan bir gelenek olarak değerlendirmek yanlış bir düşünce olur.
Nitekim tarih, sanat ve kültür yönünden bakıldığında; özellikle de Türk mezar
taşlarının, birçok sanatı barındıran, birçok sanatçının emeğini taşıyan, milli
kültür ve tarihimize ışık tutan çok boyutlu, çok değerli ve başka nüshası
bulunmayan arşiv vesikaları olduğu görülür.
***
Bunun yanında yalnızca milli kültür değil, aynı havayı
teneffüs edip aynı mekânlarda yaşayan insanların inançları, dertleri,
korkuları, üzüntüleri, nükteleri ve türlü hissiyatını bizlere aktaran
belgelerdir. Netice itibarıyla mezar taşları, kültürel farklılıklara göre şekillenen
ve yaşam tarzına göre süslenen kültürel olgulardır. Güzel şehrimizde de Türk
mezar taşları, dünden bugüne, döneminin yansıttığı izlerle zenginleşerek
kompozisyon ve motif bakımından çeşitlilik gösterir. Her biri adeta kendi
döneminin izlerini cömertçe bizlere sunar. Bazı toplumların inanç temelinde bir
son ve bitiş olan ölüm, biz Türkler için sonsuzluk âlemine açılan saadet
kapısıdır; mezar ise ''cennetten bir bahçe''dir.
***
Medeniyetimizin yüceliği biraz da bu mekânlarda kendisini
gösterir. Mezar taşları, yüksek sanatımızın seçkin örnekleriyle doludur.
Mimarî, süsleme ve hat sanatları, özellikle Selçuklu ve Osmanlı Dönemi mezar
taşlarında zirveye çıkmış; insanımızın beşikten mezara kadar sanatla iç içe
olduğu net bir şekilde görülmüştür.
Özellikle taşa işlenen sembolik ifadeler, meyve ve çiçek
tasvirleri, ziyaretçileri ölümün kasvetli hissiyatından uzaklaştırarak nadide
bir çiçek ve meyve bahçesi iklimine taşır. Türk süsleme sanatında, ağırlıklı
olarak bitkilerin ve özellikle de meyvelerin kullanılması 18. yüzyıla
gelindiğinde görünmeye başlar. Bugünkü konumuz olan mezar taşlarında kullanılan
asma ve üzüm motifi de Osmanlı dönemi mezar taşlarında kullanılan ortak
sembollerden biridir.
***
Eski Türk düşünce yapısından gelen tabiat ve ağaca karşı
duyulan sevgi ile Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen kutsal ağaçlar ve cennet
kavramları gibi özellikleri ile asma-üzüm, tercih edilen bir motif olmuştur.
Esasen asmanın yaprakları, ölümsüzlüğün sembolüdür. Üzüm taneleri ise,
çekirdekleri sebebiyle yeniden doğuşu sembolize etmektedir.
***
Eski Türk mitolojik düşünce yapısı ile birlikte İslami
düşünceyi harmanlayan Osmanlı Türkleri, birçok meyve ve bitkinin dinen tercihli
ve ilahi gücüne inanmış ve onlardan manevi güç almak istemiştir. Bu simgesel de
olsa, süsleme sanatında kendini göstermiştir. Mezar taşlarında neredeyse bütün
meyveleri görmek mümkündür. Bunlar, bazen bir meyve tabağı içinde bir arada
görülürken bazen de tek ve açık bir biçimde taşlara işlenmişlerdir.
***
Mezar taşları üzerinde en sık rastlanan meyve motifleri nar
ve üzümdür. Bu iki meyvenin de çok çekirdekli, yani çok tohumlu olması dikkat
çekicidir. Ayrıca, hepimizin bildiği gibi meyveli ağaç, kâmil, olgun insanı
temsil eder. Eski Türk düşünce sistemine göre de meyve motifi, ölümsüzlük
sembolüdür. İslami düşünceye göre de hayatın meyvesi cennet değil de nedir? Bu
sebeple meyvenin, sembolik olarak yaradana dönüşü simgelediği/ifade ettiği
kanısındayım.