SIYGAYA ÇEKMEK

Doğduğumuz günden bu yana birçok hareketimizi refleks olarak sıralayabiliriz, örnekleri açıklamakla bitmez. Ancak hayatta kalıp, zihnen adapte olabilmek için gerçekleştirdiğimiz tek bir şey var: Soru sormak. 

***

Konuşmaya başladığımız andan itibaren sorumluluğu altında olduğumuz ebeveynlere, etrafımızdakilere karşımıza çıkan her objeyi sorarız. Çoğu zaman yıldırıcı bir etki yaratsak da davranışımızın açıklanabilir amacı genelgeçer kabul olarak görülür: Çocuk olmak. Tabula Rasa yani içi boş bir beyinle yaşarken genel tecrübesizlik haliyle hareket ederiz. Bilmeyiz ve peşinden gideriz. İşin nihayeti bir yere bağlanır: Öğrenmek. 

***

Öğrenmek fiili herhangi bir kapsamla sınırlanmayıp di’li geçmiş zaman ile buluşturulmaz. Her geçen gün işin daha da ilerleyip kademe kademe ekleneceğini size yaşatır. Adeta bir dağa tırmanmak gibi, tepeyi görür ancak duramazsınız. Durunca düşeceğinizi bilirsiniz. Öğrendim demek de bunun gibi. Düşmemenizin imkanı yok. Bu vaziyet ise neye bağlanır? Soru sormayınca öğrenemeyeceğiniz. 

***

Rakamlar ve verilerce ülkece eğitim statümüzün aslında yüksek seviyede olduğu, en azından genelgeçer hususlarda ortak mutabakata varıldığı yani öğrenmek için en temel hususun soru sormak, araştırmak ve bu sayede öğrenmek olduğunu bildiğimizi göstermekte. Peki, sizce öyle mi? Ufak bir örnekle vaziyeti izah edeyim. 

***

Gündemimizi meşgul eden malum konuda teknik hususla alakalı olarak usulü ifade eden, kamuoyuna sukunet mesajını ileten biri gördünüz mü? Soruyu yanlış soruyorum, afedersiniz doğrusu şu olacaktı. Bahsettiğim bu arz için toplumdan talep oldu mu? 

***

Tabi ki hayır, toplum kanaatini sundu. Hukuk esasını, etiğini, malum yargılamadaki şablonu, işin hangi noktaya gittiğini, MASAK Raporu nediri, tutukluluk süresini, tahliyeyi, beraati, üst sınır veya alt sınırı, tutuksuz yargılanmayı, adli kontrolü ve bunun gibi birçok şey. Soran oldu mu? Pek görmedim. Ancak toplum yargılama makamını suçsuz buldu, kendince hükmü verdi. 

***

Malum dava… Biliyorsunuz yaklaşık 15 gün önce tutuksuz yargılanmasına karar verilen bir influencer ve geçtiğimiz günlerde tahliyesine karar verilen kocasını, etrafındakileri konuşuyoruz ülkece. Bu nasıl olabilir, adalet yok mu ülkede bağırışmalarından sıyrılarak vaziyeti öğrenmeye çalışanları ayrı tutuyorum, tam bir laf kalabalığı ve mahalle kavgasından hallice durum yaşanıyor. Ya bu durumu kamuoyuyla paylaşan gazeteciler, medyacılar… Onların hali ise içler acısı, tık peşinde koşmak daha doğrusu insanların can damarlarına basarak reyting kovalama hastalığına yakalanmış haldeler. Durumu sağlıklı bir şekilde izah edebilen biri yok, bu vaziyeti ise meslek etiklerine ne kadar sığdırabiliyorlar açıkçası merak da etmiyor değilim. 


***

İşi en basit ölçüde; “Bakın an itibariyle yargılama Asliye Ceza Mahkemesinde, buradaki tutukluluk süresi maksimum 1 yıl. Şüpheliler bu süreci doldurdu, suçsuz oldukları için değil usul hukuku gereği çıkıyorlar. Haklarındaki kontrol esasları hala devam ediyor, malvarlıkları kontrol altında ve dava süreci evet aleyhlerine devam ediyor. Başka delil bulunursa Ağır Ceza Mahkemesinde de yargılanabilirler’ diyerek tanımlamak bile yeterdi. Bu nasıl olabilir diye merak edip soran etraf ve eşrafıma akıl bulandırmamak adına sadece bunu ifade ediyorum. Yüzlerindeki ‘oh be tamam böyleymiş’ ifadesine neden olmak bile buna değer. Peki, bunca çıkar amaçlı kaosa girmeden sadece bunu söylemek yetmez miydi? En azından kamuoyu sağlığı için.

***

Eğitim seviyesi en azından mezuniyet ortalaması yüksek addedilen bir toplumun eğitimin en temel bazı olan soru sorarak, araştırarak öğrenmek yerine kafasında oluşturduğu belirli kalıplar çerçevesinde ezbere hareket etmesi neye götürür sorusunun cevabını da anlamışsınızdır diye tahmin ediyorum. Bu halin gidişatı pek de iyi değil, şu olayın gidişata etkisi ise ancak ufak bir çakıl taşı kadar.  

SON SÖZ

Sevgili ülkem; öğrenme dağına tırmanırken, di’li geçmiş zaman kullanıyorsun. Bir çakıl taşının çığ yarattığı noktadasın. Bu işin sonu yok, kendini sıygaya çekmekten başka…