ŞEHİT VE VATAN

“Bu vatan toprağın kara bağrında,

Sıradağlar gibi yatanlarındır!

Bir tarih boyunca onun uğrunda,

Kendini tarihe verenlerindir!”

Her yıl 18 Mart tarihinde, necip milletimizin asırlardır yaşadığı bu mübarek toprakları kanlarıyla sulayan cennetmekân şehitlerimizi anıyoruz. Henüz hayatlarının baharında bu vatan için canlarını seve seve veren aziz şehitlerimize ne kadar dua etsek, minnet etsek azdır. Üzerinde yaşadığımız toprakları aziz kılan, vatan yapan, o serdengeçtiler vatanın asıl sahipleridir. Bu Vatan Kimin adlı meşhur şiirin yukarıdaki ilk dörtlüğünde de Orhan Şaik Gökyay’ın gönlünden duyuyoruz bu gerçeği.

Canını seve seve bir yüce ülkü için verebilmek herkese nasip olmuyor. Nasıp olan da ölü olmuyor, peygamberlikten sonraki en yüce makamın sahibi oluyor.

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Âl-i İmrân 169,170)

İnsan, ruh ve bedenden oluşan bir varlık. Ruhun hazzı manevidir. Bedenin bünyesindeki biyolojik, fizyolojik ve kimyasal özellikler düşünülünce tarifi aslında tam kabil olunamayan birleşim ortaya çıkıyor. Parçadan bütüne doku, organ, sistem ve organizma… Birbiriyle uyumlu; birbirini tamamlayan, besleyen mükemmel bir yapı. Hayatın içindeki durumlara, karşılaşmalara verilen tepki ise adına akıl ve duygu dediğimiz iki harika işleyişle gerçekleşiyor. Basiret ve feraset… Bazen akılla, iradeyle bazen duygularla yönlendirilen algı ve tepkilerin biyolojik yapının neresinde ve nasıl oluştuğunu insanlık tam olarak çözebilmiş değil.

İnsanın, “manevi yücelik” olarak algıladığı nesne ya da kavramlara duyduğu sevginin, kalbin merkezindeki süveyde noktasında oluştuğunu söyleyenlere hak verirsek burada vatan sevgisini bulmak artık kolaydır. Tarifi ancak çıktılarıyla görülebilen bir sevgi… Zirvesi canından seve seve vazgeçebilmek… Ödülü bu sırra vakıf olmak, cennette mekân bulmak…

Şair, bu vatan kimin, sorusuna vatanın değerleriyle birlikte cevap veriyor yine:

 “Tarihin dilinden düşmez bu destan,

Nehirler gazidir, dağlar kahraman…

Her taşı yakut olan bu vatan,

Can verme sırrına erenlerindir.”

Üzerinde yaşadığımız topraklar azizdir zira her karışı şehitlerimizin mübarek kanlarıyla yoğrularak vatan olmuştur. Nerede, hangi terörist eylem sonucunda, hangi çatışmada, hangi savaşta olursa olsun bütün şehitlerimiz, önünde tazimle selamlanmayı, minnet duyulmayı hak eden değerlerimizdir.

Bu necip milletin her bireyi, uğrunda ölerek toprağı vatan yapan aziz şehitlerimizi hiç unutmayacaktır. Emanet alınan kutsal yurdu, birlik ve beraberlik içerisinde, daha güçlü kılarak kendisinden sonraki kuşaklara teslim etmeyi ibadet kabul edecektir. Bu, uğruna can veren şehitlerimize karşı bir ödevdir; bir sorumluluktur.

Kimseye muhtaç olmadan kendi silahımızı kendimizin yaptığı günlere çok şükür bu millet ulaştı. Savunma sanayimizdeki gelişmeler, bağımsızlığımıza, özgürlüğümüze olan aşkın ereği; şehadet şerbeti içen yiğitlerimize layık olma gereği…

Milletçe, büyük bir gönül borcu, vefa, minnet duyguları içerisinde aziz şehitlerimizin huzurunda tazimle eğiliyor, şükranlarımızı bir kez daha arz ediyoruz.