SAYGIYI YİTİRDİK HÜKÜMSÜZDÜR…
Hayatınız boyunca hiç kimliğinizi yitirdiniz mi? Yitirenler bilir, çok iş çıkartırdı vakti zamanında. Önce herhangi bir gazeteye gidip “Hükümsüzdür” diye bir ilan verilirdi. Sonra da o gazetenin nüshasını saklamak gerekirdi. Hükümsüzdür, hükmünü yitirmiştir, artık geçerliliği kalmamıştır demektir.
***
Hükmünü yitiren ne çok şey var günümüzde. Örneğin, saygı. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyadan şahit olduğum bir olay kaleme aldırdı bu yazıyı bana. Ankara’da bir okulda ders anlatan öğretmenine bir öğrenci eliyle koluyla birtakım hareketler yapıyor, bir başka öğrenci de bunu cep telefonuyla kayda alıyor. Bu görüntüleri görünce üzüldüm.
***
Görüntüler sosyal medyada paylaşılınca da olay oldu. Öğrencinin okuldan atılmasını isteyenini mi dersiniz, öğretmenin bu duruma tepkisiz kalışına veryansın edeni mi dersiniz pek çok enteresan yorum gördüm.
***
Hasılı hepimiz birilerine sinirlenmek için fırsat kolluyoruz sanki. Birkaç gün sonra öğretmenin bir beyantına denk gelince o saygıdeğer insanın elini öpmek istedim. Tam olarak değilse de şuna benzer bir şeyler söyledi:
“Öğrenci gençtir, hata yapar. Sonrasında zaten kendisi de ailesi de özür dilediler ve öğrencimin pişman olduğunu gördüm. Böyle bir şey için bir vatan evladı harcanamaz. Hiçbir şekilde şikayetçi olmadım.”
***
Bakar mısınız naifliğe, tecrübeye? Hata yapmak insana has bir şeydir. Önemli olan yapılan hatadan bir ders çıkarabilmektir. Umarım genç kardeşimiz de gerçekten hatasını anlayıp da bir daha böyle bir şey yapmadan önce önünü sonunu düşünür.
***
Öğretmenin demesine göre öğrenciler bunu sosyal medyada beğeni almak için yapmış. Ah şu sosyal medya ve beğeni hastalığı! Yine çıktı karşımıza. Sosyal medya toplumun her kesimini çürümüşlüğünün içine çekiyor maalesef ve buna ne yazık ki engel olamıyoruz. O kadar çok hayatımıza girdi ki çıkarıp atmak kırk yıllık alışkanlıklarımızı bırakmaktan daha zor geliyor. Biz büyüklere bile bu kadar zor gelen illet, teknolojinin göbeğinde doğan yeni nesil için çok daha zordur.
***
Asıl anlatmak istediğim başka bir şey aslında. Sosyal medyayı hedef gösterip kaçmak istemiyorum. “Neden bu çocuklar saygıyı yitirdi ve nereye gidiyor gençlik?” çığırtkanlığı da yapmak niyetinde değilim. Çünkü suçu çocukta değil kendimizde aramalıyız.
***
Bir zamanlar “Eti senin, kemiği benim.” denilerek okula kaydı yaptırılan ve öğretmeyi, adam etmeyi, döverek söverek hatta hakaret ederek gerçekleştireceğine inanan aslında öğretmen olmayıp da sonradan bir şekilde öğretmenlik yapan insanlara bırakılan o zamanın çocukları, şimdinin ebeveynleri “Benim evladıma kimse karışamaz” mantığıyla çocuklarına toz kondurmuyorlar. En ufak bir şeyde öğretmenin üzerine hücum gidiyorlar maalesef.
***
1978'de lise mezunu 76 bin kişi 45 günlük eğitimin ardından öğretmen olarak atandı. 1978'de 45 günde öğretmen yapılanlar toplam öğretmen sayısının yüzde 40'ına tekabül ediyordu. Evet yanlış duymadınız neredeyse öğretmen sayımızın yarısı kadar bir atama gerçekleşmiş. Yani etimiz, yanlış ellere emanet edilmiş ama kemiğimiz o zamanlar emin ellerde imiş.
***
Şimdilerde rahmetli olan o zamanın liderlerinden birinin unutulmaz bir lafı vardı: "40 günde hıyar bile yetişmez. Öğretmen nasıl yetişsin?" Tabi ki üstlendiği görevi layıkıyla yerine getiren illa ki vardır ancak çok büyük bir çoğunluğu hiç bilmedikleri bu kutsal görevde çok ciddi hatalar yapmışlardır.
***
Kutsal görev, diyorum çünkü öğretmenlik gerçekten kutsaldır. Bizi geleceğe hazırlayan hayatımızda yeri doldurulamayan öğretmenlerimizi de unutmayalım. Öğretmenler üstlendiği görevi iş olarak görmez. Hiçbir öğretmen, işe gidiyordum demez. Okula gidiyorum, der. Çünkü öğretmenlik mesleği bir iş değildir. Sürekli öğrenme durumudur.
KISSADAN HİSSE
İşçi hakkını almak için iş bırakır, doktor hakkını almak için iş bırakır ancak öğretmen bırakmaz çünkü öğretmenin yaptığı iş değildir, bir ülkenin geleceğidir ve gelecek ihmal edilemez. Bu cefakar, vefakâr eli öpülesi öğretmenlerimiz sizce de saygıyı hak etmiyor mu?