PNYX TEPESİ

Milattan önce 460-320 yılları arasında görülen ve o döneme kadar daha önce yaşanmamış bir tecrübeydi Atina Demokrasisi. Demos yani halktan türeyerek çıkmış, tek kişinin hakimiyeti yerine çokluğun vurgulandığı DEMOKRATIA tanımıyla ortaya çıkmıştı. Peki, neye dayanmaktaydı bu?

***

Öncelikle Isonomia. Kanun önünde eşitlik anlamına gelen bu tanım; tüm vatandaşların tam olarak aynı haklara ve borçlara sahip olmasını ifade ediyor. İkinci ve son olarak Isegoria; yani eşitlik veya konuşma özgürlüğü. Yani tüm vatandaşların kendi görüşlerini ifade etme ve vatandaşlarını belirli bir kararın en iyi seçenek olduğuna ikna etme hakkına sahip olmasını gösterir. Büyük kalabalıklar toplanır, bazen Pnyx Tepesi’dir bazen başka bir yer. Ancak daima sorulan şu soru ise işin temel özetidir: “τις αγορευειν βουλεται;” - “kim konuşmak istiyor?”

***

Yukarıda okuduğunuz kelimeler ve devamındaki ufak tanımlamalar size hayli tanıdık geldi diye umuyorum. Geçmişte okuduğunuz, duyduğunuz veya bir yerden hatırladığınız üzere değil, evet tam olarak şu anki yaşantımızdan ibaret.

***

Acaba bizde de yaşanacak mı dediğimiz tedirginlik safhaları sonrası 11 Mart 2020 tarihinde gerçekleşen pandemi açıklamasından itibaren Türkiye’de hiçbir şey aynı değil. Artık siz ve telefonunuz iktidarın ve yarattığı o gücün içerisindeki küçük bir damlasınız. Gündem oluşturabilir, hak arayabilir, ses getirebilir ve kitleleri yönlendirebilirsiniz. Bu şekilde evet aynen evinizde koltuğunuzda otururken attığınız tweet, oluşturduğunuz görsel veya video geniş bir yayılım elde ederse devleti yöneten kurum veya kuruluşlara ulaşmama ve baskı unsuru yaratmama imkanı yok. Siz doğru da söyleyebilir yanlışı da yayabilirsiniz. Ama günün sonunda ortaya çıkan tek sonuç artık görünen iktidarın bir parçasısınız, check and balance da denebilir veya başka bir şey. Tıpkı Atina’da statü ve zengin kişilerin kalabalık oluşturarak çıkarttığı sesler gibi.

***

Bir süredir şok üstüne şok yaşatan haberlere maruz kalıyoruz. Bu haftaki ve hatta bence bir süre boyunca ki (inşallah) gündemimiz ise belli: Bebek Katili Çetesi.

***

Sağlık sektörünün Susurluğu olarak adlandırılabilecek bu olayı ve çeteyi çökertecek iddianame için risk alarak ilerleyen savcıyı, iddianameye konu her türlü rapor ve çalışmayı sessiz sedasız şekilde gerçekleştiren teftiş kurullarını ve isimsiz kahramanı kutlarım. Onlarca bebeğin kanı ve bedeni üzerinden maddi ve manevi şekilde kazanç sağlayan bu güruhun cezalandırılması, adaletin sağlanması ise muhakkak sağlanmalıydı.

***

Birkaç gündür konuyla alakalı görevini ifa eden kişi ve kurumların hangi zorluklarla karşılaştığını, etkiye tepkinin neler getirdiğini, medyada yaşananları tekrar tekrar vurgulamak istemiyorum. Ancak bu vaziyeti medyadan “Yenidoğan Çetesi’ni araştırdık, ortaya çıkardık, tutukladık ve adalete teslim ettik. Müsterih olun buradayız” olarak her şey bittikten sonra duysak daha iyi olmaz mıydı? Bu kadar infiale gerek kalmadan sessizce yapılamaz mıydı? Sosyal medyadan yükselen sesler olmasaydı işin tıkanma ihtimali var mıydı peki?

***

An itibariyle toplumda oluşan genel kanının “Biz artık hastaneye, doktora nasıl güveneceğiz, benim çocuğumu doktor da öldürebilir” olduğunun farkında mıyız? Peki, yavaş yavaş oluşan ve toplumun her noktasından fırlayan bu güven kaybı kime ve neye yarıyor? Bu vaziyetin oluştuğunu görmemek imkansız. Acaba bile isteye mi bu genel tedirginlik hali oluşsun isteniyor? Bu tedirginlik halinin orta ve uzun vadede ulaşacağı nokta mı hedeflenmekte? An itibariyle bütün bu sorularımız cevapsız kalıyor tabi.

***

Ancak yaşanan ve maalesef doğal şekilde oluşan şu modern Atina Demokrasisinin ise bir gün başımıza bela açacağı kesin. Geçmişteki halinin ise neye dönüştüğünü ve nelere sebebiyet verdiğini biliyoruz. Tarihten ders alınır, alınmazsa tekrar eder.