PADİŞAHIM ÇOK YAŞA (!)

Merhaba dostlarım, Padişahım çok yaşa, deyimler sözlüğümüze, Osmanlı Devleti döneminde, padişah ve vezirler için, halk tarafından hep bir ağızdan okunan dua olup alkış yerine geçmiştir.

Osmanlı döneminde, padişah ve vezirler halk arasından geçerken veya Cuma selamlamalarında, sadece “Padişahım çok yaşa” demezlerdi. “Uğrun açık, ikbalin füzün olsun” “Devletinle bin yaşa” “Aleyke avnillah” gibi dua cümleleri de söylenirdi.

Ancak bu sözlerden sonra, Padişahın fazla gururlanmaması ve tevazu göstermesi için, “Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var” cümlesi söylenirdi. Aslında bu dua cümlelerine benzer alkış cümleleri, dünya var olduğundan beri, tarih boyunca halk tarafından kral, Hakan, sultan, çar, imparator gibi yöneticilere söylenmiştir.

Bugün de, tüm dünyada, kral, kraliçe, devlet büyüklerine, belediye başkanı gibi yöneticilere söylenmektedir. Ben bir belediye başkanına söylemiş olayım... “Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var” Ancak tek bir farkla. O da Osmanlı geleneğinde olan “Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var” diye padişaha tevazuya davet eden hatırlatma cümlesi.

Bu cümle, Osmanlı ile birlikte, artık tarihe karıştı. Bugün artık, özellikle basın camiasında birçok gazeteci yöneticilere karşı, belediye başkanlarına sadece övücü ve göklere çıkarıcı, baştan sona içinde yağcılık kokan alkış cümleleri söyleniyor ve ayrıca eller morarıncaya kadar alkışlanıyor.

Yağcılık ve alkış, yöneticilerin nefislerini okşuyor ve gururlanma hastalığına kapılıyor... Bazı belediye başkanları belirti olarak ‘’Gururlanma hastalığı’’ , yöneticilerde tanrılaşmaya şeklinde götürüyor Neredeyse... Tıpkı Mısır Firavunlarında, Babil krallarında olduğu gibi, insana ve insanı temsil eden putlara tapıcılık ön plana çıkıyor.

Yağcılık ve insana tapıcılığın had safhasına ulaşan ülkelerde ise, güzel ahlak ve hukuk düzeninden, insan haklarından söz edilemez oluyor. Yani hırsıza hırsız, arsıza arsız diyemiyor. Yazamıyor bazı insanlar bu durumda... Firavunlaşan ve Nemrut’laşan yöneticilere mutlak itaat, demokratik anlamda “özgürlük” sayılıyor.

Alkış tutulan insanlara “Özgürlük Tanrısı”, insanı temsil eden putlara da “Özgürlük Abidesi”, alkış tutan parti kitlesine de “Özgürlük Savaşçıları” adı veriliyor. Peki, çağdaş ve modern dediğimiz 21.yüzyıl dünyası, neden bu hale geldi? Sebebi gayet açık. “Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var” diyen halk kitlesi dünyadan ayrıldı. Yerine yeni nesil yetişmedi. Sadece yağcı ve köleleşmiş nesil yetişti.

Hal böyle olunca, daha çok yağ çeken ve çok yüzlü insan toplulukları, yepyeni medeniyet kurdular ve bunun adına da “Yeni Dünya Düzeni” adını verdiler. Bunlardan birini sevgili ''komşumu'' şöyle anlatayım... Bir nevi görünmezlik pelerini, giymiş sanıyor kendini ancak bu pelerini giyenler görünmeye devam etmekle birlikte, olduklarından farklı görünüyorlar, görenler de subjektivite gözlüğü takmış gibi oluyorlar, nasıl oluyorsa...

Kendimizden ya da etrafımızda gözlediğimiz insanlardan biliriz, bunalım geçiren kişi dikkatini yapmakta olduğu işe odaklayama, mutsuz ve karamsardır. Geleceğe ilişkin pek heves ve umut taşımaz. Sorunlarını çözmek adına atılması gereken adımların ne olduğunu bilse bile o adımları atmayı erteler durur. Bunalım geçiren insan, hummalı bir kendine acıma ve dünyayı suçlama nöbetine tutulmuş gibidir.

Çoğunlukla olumsuz ayrıntılara odaklanma, birden fazla açıklaması bulunan konularda, o açıklamaların en kötüsüne Her türlü ‘’ KİSVEYE’’ inanma eğilimindedir. Bunalım, aklî melekelerin tutulmasıdır aslında. Zekî bir insan bile bunalım geçirirken çoğu kez aptal gibi davranır, sorunlarını çözemez, yeni sorunlar üretir.

Herkesi satın alabileceğini düşünür ama her kuşun eti yenmez, her gazeteci de üzüm yemeyi bilmez

Kalın sağlıcakla...