NERMİN BEZMEN’DEN ALZHEİMERLI AŞKIN ROMANI: UNUTKAN AŞK
Okurları ona aşk kadını diyor. O öyle olduğuna inansa da aşkın etrafında toplumsal veya evrensel bir olayı işlemeyi seviyor. Son kitabı “Unutkan Aşk” da Alzheimer hastalığını konu edindi. Üstelik romanı sadece yazmadı aynı zamanda yazdıklarını da yaşadı. “Akıl unutur, kalp unutmaz” diyen Yazar Nermin Bezmen ile çağın belası alzheimerı, aynı hastalıktan kaybettiği annesini, aşkı ve pandemi sürecinde yaptıklarını konuştuk. Yazar Bezmen, “aşkı hep taze tutun, o rehavete gelmez” derken kadınlara da hayat boyu öğrenmeye ve üretmeye devam edin” diye sesleniyor. Ve şöyle ekliyor: Aynı zamanda sorgulamaya, süzmeye ve dayatılanla değil, kendi öz seçiminizle yaşayıp üretmeye devam edin. O zaman, varlığınız da, ürettikleriniz de sizin öz sesinizle toplumda kendi yerini bulacak, kendi alkışını alacaktır.
Yeni kitabınız hayırlı olsun. Yine bir aşk hikayesi ile çıktınız okurun karşısına. Ama bu defa bir hastalık var işin içinde. Bir tarafta aşk bir tarafta alzeimer. Bu hikayeyi yazmaya nasıl karar verdiniz?
Teşekkür ederim. ‘Unutkan Aşk’ pek yeni sayılmaz artık. Temmuz ayında çıkmıştı ama şimdilik okurumla buluşan son romanım diyebiliriz. Benim tüm romanlarım insana ait, toplumsal, evrensel bir problemi, bir acıyı anlatır. Ama aşk “olmazsa olmaz”ım. Dolayısıyla muhakkak bir aşk etrafında döner yaşananlar. Göç, sürgün, ihtilâl, savaş, ölüm acısı, maddi-manevi dibe vuruşlar, aile içi şiddet, çocuk gelinler, pedofili, kuma kültürü, ağalık, dinsel kurumlarda erkek çocuk tacizleri, kültürel, dinsel çatışmalar… romanlarımın konusu hep. ‘Unutkan Aşk’ romanımda da asrın belası bir hastalık; Alzheimer’ı ele aldım. Bugün dünyada 37 milyon, ülkemizde 400.000 kişinin muzdarip olduğu bu ölümcül hastalık konusunda maalesef korkunç olduğu derecede bir farkındalık yok. 2050 Yılında bu rakamlar dünyada 50 milyonu, ülkemizde 1.200.000 kişiyi bulacak, belki de aşacak. Yine de konuşulan onca hastalığın içinde Alzheimer konusunda bilgi zaafiyeti söz konusu. Diğer demans hastalıklarıyla karıştırılıyor olmasının bunda büyük payı var sanıyorum. Evet, Alzheimer da demans başlığı altındaki beyin rahatsızlıklarından biri ama en korkuncu ve çaresizi ve kesin ölümcül olanı. Halk arasında bilindiği üzere öylesine bir “bunama” hali falan değil. Alzheimer, sadece hafızayı yok etmiyor. Zaman içinde; iki sene ile sekiz, on sene arasında) hastanın tüm fiziki yetilerini; yemeyi, içmeyi, yürümeyi, konuşmayı, hâsılı yaşama bağlayacak tüm fonksiyonlarını unutturuyor beyine. Yaşarken defalarla ölüyor hasta. Eşler, karıları, kocaları ölmeden dul kalıyorlar. Alzheimer’ın hastayı nasıl eritip yok ettiğini, hatıralarını, kimliğini, yeteneklerini ve hayatını nasıl çalıp götürdüğünü ve hastanın sevenlerinin nasıl çaresiz bir süreç yaşadığını bir fiil yaşadım ben. Bunu paylaşmak, farkındalık yaratmak ve aynı çaresizlik içinde olanlara uzanıp ellerini tutmak istedim. Alzheimer konusunda gerçekten çok büyük bir bilinçlenme gerek. Her birimiz potansiyel bir Alzheimer hastasıyız, unutmayalım. Zira bu meret hastalık ne tahsil ne kültür, ne zekâ ne meslek ne cinsiyet ne ırk… hiç bir fark tanımıyor. Neden olduğu, nasıl, kime geldiği halen daha bilinmiyor. En korkunç yanlarından biri de ufak tefek belirtiler ve testlerden sonra doktorların koyduğu teşhis anı, hastalığın başladığı zaman değil. Alzheimer, belirtilerini göstermeye başlamadan on, hâtta yirmi sene önce beyini ele geçirmiş oluyor. Teşhis konduğunda zaten yıllardır beyinde tahribatını yapmakta. Ben ‘Unutkan Aşk’ romanımda kahramanım Maya’nın yerine kendimi koyarak böyle bir teşhisten sonra hastanın neler yapabileceğini, ailesinden ve kendisinden beklentilerinin neler olabileceğini, hastanın kimliğini tamamen kaybettikten sonra sevenlerinin elinden neler gelebileceğinin ve hastalıkla mücadele edilemeyecek dahi olsa en azından kalan zamanın en kaliteli e en huzurlu nasıl geçirilebileceğinin ip uçlarını sorguladım. Ne var ki; romanımın kurgusunu annem veya bir başka yakınım üzerine kurmadım. Tamamen farklı karakterler yarattım ve bambaşka, mükemmel bir aşk hikâyesi içinde Alzheimer’ın şiddetini hafifletip, okurumu iki müthiş âşık beraberliğinde romantizmin, sevginin, cinselliğin, müziğin, edebiyatın dünyasında bir yolculukla buluşturmayı tercih ettim. Sadece fanatik okurlarımdan değil, Alzheimer Derneği ve Alzheimerlı hastası olan ailelerden büyük bir beğeni ve destek aldı ‘Unutkan Aşk’. Bu, kendi yaşadığım ve şahit olduğum acıları dillendirirken, benzerini yaşayanlara da “Yalnız değilsiniz” diyebilmenin ödülü oldu benim için.
Annenizi alzeimerdan kaybettiğinizi okumuştum. Süreç sizin için nasıldı? İnsanın çok sevdiği birinin gözünün önünde farklı bir insana dönüşmesi ve evladını tanıyamayacak hale gelmesini nasıl yorumlarsınız?
Alzheimer’ın tipik özellikleri ve neticesi aynı olsa da, her hastaya göre süreç farklılıklar gösteriyor. Anneciğim hayat dolu, azimli, çalışkan, enerjik, özgüvenli, tatlı dilli, çok farklı dallarda becerileri, zengin bir hayat felsefesi olan bir insandı. Çok okur, resim yapar, tiyatro, opera, sergi, konser etkinliklerini kaçırmazdı. Seksen yedi yaşına kadar yanına yardımcı kabul etmedi. Bizlere ancak ziyaret için gelir ve yanımızda yaşamayı da kabûl etmezdi. Her işin kendi yapıyor olmak onun yaşam sevincini arttırıyordu. Ancak sonra, herkesin sevgilisi olan o güzel kadın komşularıyla didişmeye, küsüşmeye başladı. Ardından bana “mavişim benim, özelim” diyen annem beni muhtelif konularda azarlayarak suçlamaya, benden şüphelenmeye başladı. İlk başlarda kahrolup günlerce ağladığımı hatırlıyorum. Tutturaklı, inatçı, kaprisli ve agresif zamanlar başladı. Normalde çok akıllıca takip ettiği işlerde hatalar yapıyor, sinirleniyor, mantıksız kararlarını zorluyor, aksi söylenirse, yardım teklif edilirse sinirleniyor, kırılıyor, küsüyordu. Bir şeyleri koyduğu yerleri hatırlamıyor, çalındığını zannedip birilerini suçluyordu. O düzenli, mükemmeliyetçi karakterini devam ettirse de artık yazlıklar, kışlıklar, beyazlar, renkliler, hepsi her gün yer değiştiriyordu. Ardından gece yarısı valiz toplayıp bir yerlere gitmeye hazırlandığı dönem geldi. Hiç o güne kadar yaşamadığı şehre, Bursa’ya, hiç sahip olmadığı bir eve gitmek üzere bavul yapıyordu. Bazen de çocukluğuna dönüyor, o zaman diliminden bir mekân yolculuğunun hedefi oluyordu. Verilen ilâçlarla agresif, kavgacı tarafı yatıştı. Ama bu onu hastalığın pençesinden koruyamadı tabii. Alzheimer hastası diğer demans hastalarının aksine, önce yakın zamanları kaybediyor, yavaş yavaş geriye doğru gidiyor hafıza yoksunluğu. Onun en mutlu olduğunu bildiğim eski yıllarını, çocukluğunu, babasıyla olan muhabbetlerini, babamla olan aşklarını, ilk göz ağrısı ve erken kaybettiğimiz ağabeyciğimi konuşurdum onunla. İlk okul çağında babasından öğrendiği Rusça, Almanca şarkıları, şiirleri okurdu hiç atlamadan, duraksamadan. Alzheimer hastanız var ise, şunu çok iyi bilmelisiniz ki, o artık başka bir dünyaya geçiş yapmıştır ve geriye dönüşü mümkün değildir. Sizin onun dünyasına geçmeniz gerek. O nerede, nasıl mutlu ise, siz ona uyacaksınız. Katiyen ona kendi gerçeğinizi kabul ettirmeye uğraşmayın. Korkacak, panikleyecek ve yalnızlık, terk edilmişlik hissiyle içine kapanacaktır. Bu, hastalığın daha sık nöbetlerle daha hızlı ilerlemesine sebep olabilir. Anneciğim artık kendi başına yürüyemiyor, yiyemiyor, içemiyor, ihtiyaçlarını gideremiyor noktaya geldiğinde bu defa farkındalık zamanlarında yaşadığı büyük bir hüzün, özgüven kaybı, utanç, yaşadığının ne olduğunu anlayamamaktan dolayı korku, terkedilmiş çocuk duyguları hâkim oluyordu Ama hâlâ daha konuşulanları keyifle dinliyordu. Cevap veremiyor fakat gözlerime sıcacık sevgiyle bakıyor, elini tutan elimi sıkı sıkı tutuyordu. Sonra bir gün avucumdaki eli gevşedi. Beyin artık o duyguyu unutmuştu. Ancak gözleri hâlâ “Seni çok seviyorum. diyerek bakıyordu. Derken, bir gün geldi, onun en sevdiği anısını anlatmama rağmen gözleri boşluğa düştü. beni delip geçti, gitti… buz gibi… içinde derin bir acı da gördüm. Belki benim gözümden yansıyanı gördüm, bilemiyorum. Ama o gün anladım ki; Alzheimer artık annemi tamamen aldı… Bütün süreç bir büyük acı, kocaman bir çaresizlik… Önemli olan sevgiyi, şefkati, anlayışı eksik etmemek… Yaşanacak süre her ne kadar ise en azından en kaliteli şekilde yaşanmasını sağlamak...
Siz eski eşinizle de buna benzer bir süreç yaşamıştınız. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?
İlk eşim, rahmetli Pamir’ciğim, beynindeki bir pıhtıdan dolayı, annemin Alzheimer’ından çok önce demans sürecine girmişti. Hastalığın özellikleri farklı da olsa benzer bir süreçi onunla da yaşadım. Üç sene boyunca o enerjik, zeki, bilgi küpü, aşırı mükemmeliyetçi insanın hafızasını, konuşma dilini, sosyal ve fiziksel yetilerini nasıl kaybettiğini izlemek yürek parçalayıcıydı. Entellektüel zekâsı uzun müddet dışarıya karşı hastalığını birçok eksikliğini kapayacak kadar yüksekti. Ne var ki; bir müddet sonra bu da işe yaramamaya başladı. Aklından geçip de kelimelere dökemediği onca bilgi, tecrübe, anlatıp paylaşmak istediği nice hikâye dudaklarında kilitlenip kalıyordu. Aynen annemde olduğu gibi, Pamir’de krizleri arasındaki kısa süren sakin zaman dilimlerinde aniden büyük bir farkındalık yaşıyor, neler yaşadığını, neden öyle olduğunu sorguluyor ve büyük bir hüzün duyuyordu. Pamir’ciğimle bu süreç üç sene sürdü. Hiç kolay değilmiş. Ama yaşarken hiç zorluk hissetmedim. Sadece her günü, her anı kendi içinde kabullenip, çözerek, en iyisini yaşatmaya çalışarak, ona sevgi, şefkat güvencesi vererek geçirdim o zaman dilimini. Patronum, öğretmenim, sevgilim, kocam, hayat arkadaşım artık çocuğum gibi olmuştu. Bebeğim gibi baktım. Önemli olan kaybolduğu dünyada kendisini huzurda ve güvende hissetmesi, her şeye rağmen alıştığı yaşam kalitesini devam ettirmesiydi… kendi başına yapamıyor dahi olsa… beyin kanamasından kollarımda kaybettiğim gece oğlumuzu evlendiriyor, kendimizin de otuz dördüncü evlenme yıldönümünü kutluyorduk. Tangomuzu yaptıktan sonra, kemanlar çalarken, tam kendisine yakıştığı gibi, smokini ile çıktı son yolculuğuna… Anneciğim de Pamirciğim de nurlarda uyusunlar…
Aşk sizin için ne ifade ediyor? Kendinizi aşk kadını olarak tanımlıyor musunuz?
“Aşk kadını” okurlarımın bana verdiği bir isim. Sanırım, romanlarımda herkesin özlediği veya sahip olmak istediği gibi aşkları anlattığımdan olsa gerek. Ancak aşkı bu kadar derin ve anlamlı aktarabilmemin sebebi de şahsen aşka yaklaşımımdan. Aşkı çok önemsiyorum. Aşkın bir başkasına duyulan derin sevdadan önce hayatın kendisine, hayatını duyulmasının gereğine inanıyorum. Yaşamda, renklerde, seslerde, mevsimlerde, bir yaprağın filizlenmesinde, bir tomurcuğun açılmasında, dalgaların kıyıya vuruşunda, güneşin batışında, ayın yükselişinde, rüzgârın, yağmurun sesinde, bir deniz kabuğunda, kum tanesinde, hâsılı yaşamın kendisinde aşk görmeyen insan bir başka insana da hakkıyla aşk besleyemez. Hayat, Yaradan’ın bir mucizesi ise aşk da insanın mucizesi. İki kişi arasındaki aşka gelirsek; aşk, bir sevdiğinize yüreğinizi vermenize rağmen göğüs kafesinizde iki yürek çarpmasıdır. Aşk, nefes alırken bir sevgili için de solumaktır. Aşk sevişmelerden sonra hâlâ sevdiğini özleyerek sarılabilmektir. Aşk salt bir duygu değil, organik bir varlıktır. İstedikleri vardır, istemedikleri de. Sevdikleri vardır, sevmedikleri de. İhtiyaçları vardır, tahammül edemedikleri de. Ona kulak vermezseniz aşkı yakalamanız, ya da elde tutmanız çok zordur. Aşk kendinize ve karşınızdakine dürüstlük ve samimiyet ister. Olmadığınız birini oynamayın, sırf sevgiliyi elde tutmak için. Siz aşkınızdan ne bekliyorsanız siz de âşığınıza karşı aynı olun; dürüst. Aşk sürekli ihtimam ister, emek, özen ister, önemsenmek, hatırlanmak ve hatırlatılmak ister. Aşk taze kalmak, taze tutulmak ister. Yoksa zaman aşımına uğrar. Aşk cesaret, kararlılık, gözü karalık ister. Bunun diyeti yok mudur? Tabii ki vardır. Ama korkak, ürkek olmanın diyeti daha ağırdır. O zaman hep aşkı özleyerek yaşamaya mahkûm kalırsınız. Aşk çetele, hesap tutulmasını sevmez. İçten pazarlıklı olmayı, gizliliği, güvensizliği, yalanı dolanı, kıskançlığı, boş vermişliği hiç mi hiç sevmez. Bunlar aşkın katilidir. Aşk rehavete kapılanları sevmez. Kendinizi yenilemeye devam edin. Heyecanlarınızı tazeleyin. Hep konuşacak yeni bir şeyler, hep paylaşacak yeni serüvenleriniz olsun. Aşk insanın kendi kimliğini, hayâllerini, ideallerini körletmeden âşığının değerlerini ve şahsiyetini besleyebilmektir. Yoksa birinin diğerine aşkı değil, esareti olur. Âşık olun ama esir olmayın ve esir etmeyin. Emin olun, aşk bitmez. Aşk bitirilir. Taraflar veya içlerinden birisi vaz geçtiyse aşk uzaklaşır. Kendinize, sevdiğinize, paylaştığınız şeylere flört ederken ne kadar özen göstermişseniz, onları unutmayın ve devam ettirin.
Çok kişi beraberlikleri uzadıkça veya evlendikten bir müddet sonra artık bu özene gerek kalmadığını düşünüyor. Çok yanlış! Tam aksine. Bana göre; şayet hayat arkadaşlığı, evlilik daha çok paylaşılmışsa daha büyük bir armağanı, daha büyük bir özeni hak eder. Onun için hep sevgili kalın. Evlenseniz de… yıllar geçse de sevgili kalın.
Pandemi süreci sizi nasıl etkiledi? Yeni bir eser bekliyor mu okuyucularınızı? Farklı tarzda bir şey yazmayı düşünüyor musunuz? Yoksa aşk konusunda devam mı edeceksiniz?
Pandemi süreci çok yoğun çalışarak geçti. ‘Unutkan Aşk’ın en civcivli yazım aşamasındaydım. Ev dışında sosyal aktiviteler kısıtlandığı için çok konsantre bir çalışma dönemi geçirdim. Alzheimer hastası olan kahramanım Maya’nın gittikçe daralan dünyası ve kısıtlanan anı, zekâ durumlarını anlatırken, bu eve kapanmışlık bir şekilde, birebir olmasa dahi, hayatın daralması anlamında sembolik bir benzerlikle anlatımımı kuvvetlendirdi. Aynı zamanda Covid 19’un yaradılışı, yayılışı, “Yeni Dünya Düzeni” çalışmaları, aşı ve çiplerin zorlanması, dünyanın kapatılması üzerine arka plândaki gerçekleri araştırma ve öğrenme sürecim de oldu bu zaman dilimi. Sansüre uğrasalar da gerçekleri araştıran ve deşifre eden cesur aktivist kitleler, ilim-bilim-medya-politika adamlarını izleyerek gerçekleri takip ettim, ediyorum ve elimden geldiğince Türkiye’deki takipçilerimle paylaşmaya çalışıyorum. İnsanların ezbercilikten ve sürü psikolojisinden kurtulup farkındalıklarını kazanması lâzım. Yoksa, bu dünya sekiz, on kişinin hayâlleri doğrultusunda şekil almak üzere. Diğer taraftan, uzun zamandır yapmak istediğim bir şeyi yapma fırsatı buldum. Amerika’da üç, İngiltere’de bir üniversitenin online sertifika programlarına katıldım. Amerikan Anayasası-İnsan Hakları, Cinayet Mahalli Araştırmaları, Kafatasından kimlik belirlenmesi, DNA belirlenmesi üzerine dersler aldım. Pandemi süreci işte böyle yoğun ve üretken geçti, geçiyor benim için. Her tatsız, sıkıntılı olayın muhakkak pozitife çevrilebileceği bir yön vardır. Önemli olan onu keşfetmek. Özellikle de hürriyetime ve kendi seçimlerimle yaşamaya da “âşık" olduğumdan bu tip kısıtlanmalar beni bu anlamda daha üretken olmak, daha çok çalışmak, süreçten yeni kazanımlar elde etmek üzere reaksiyoner yapıyor.
Yazar olarak göz önünde olmak, kadın kimliğiyle toplumda yer edinmeye, varlığını kabul ettirmeye çalışan genç yazarlara ne tür tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Öncelikle; ne "göz önünde olmak", ne "kadın kimliğiyle toplumda yer edinmek", ne de "varlığınızı kabul ettirmeye” çalışmaya çalışın. Unutmayın ki; göz önünde olmak, toplumun çoğunluğunun hayranlığını, alkışını kazanmış ve kabul görmüş olmak her zaman /her devirde makbul ve insani anlamda değerli bir şeyler yaptığınız anlamına gelmeyebiliyor. Toplumun değer yargıları moda gibi değişkenlik, şartlanmışlık gösterebiliyor. Onun için, ürettiği en çok satan, en çok alkışı alıp, medyada en çok gözüken herkes sizin çin iyi bir örnek olmayabilir. Gelin, siz önce kendiniz olun. Size ait olmayan, sizin sesiniz, sizin renginiz olmayan hiç bir şeyi kendinize yapıştırmayın, taklit etmeyin. Kendi özünüzü keşfedin ve bu öz kimliğinizden memnun olmayı öğrenin. Ancak sakın atalette kalmayın. Kendinizi sürekli eğitin, besleyin. Çok okuyun, çok düşünün, kıyaslayın, öz seçimlerinizi yapın. Yine de yüreğinizin sesine kulak vermeyi ihmâl etmeyin. Şunu çok iyi bilin ki; modern dünya yaşamı bize, ilk insandan bu yana yaşam kavgasında en büyük güçlerimizden biri olan iç sezilerimizi unutturuyor. Siz siz olun, kendi iç sesinizi dinlemek için zaman ayırın. Hayatta takdir ettiğiniz birileri muhakkak vardır. Onlar örnekleriniz ve motivasyon sebebiniz olsun. Ancak onların kopyası olmaya uğraşmayın. Hepimizin beyni, ruhu, hayâlleri, düşünme ve ifade şekli, beden dili kendi karakterimizde yazılı ve bir bütün halinde uyum içinde. Bunların her biri bir diğerini tamamladığı için bir arada. O yazılmış kimliği en iyi, en mükemmel nasıl ifade edebileceğinizi anlamaya çalışın. Daha önce söylenmemiş bir sözünüz varsa onu geliştirin. Söylenmiş bir söz ise daha farklı nasıl ifade edebileceğinizi düşünün. Her sunduğunuz, söylediğiniz, yazdığınız size ait olsun, sizin izinizi, kimliğinizi taşısın. Araştırırken de yazarken de sonrasında da kendinizi cinsiyetinizle düşünmeyin. Siz kendinizi cinsiyetiniz sebebiyle ayırıp ayrıştırmadıkça, kimsenin de sizi “kadın” kimliği ile kenara itelemesine izin vermezsiniz. Ancak, çalışma hayatınızın zorluklarını, engellerini aşmak için de kullanmayın cinsiyetinizi. Ben hiçbir romanımda “Bu konuyu erkekler daha iyi yazar.” veya “Bu sahneyi erkek olsam daha rahat yazardım. Kadın olarak yazarsam ne derler?” gibi tabular koymadım kendime. Öz hayatımda olduğu gibi; yüreğimin sesiyle, serbest, hür seçimlerimle yazdım, kullandım kelimelerimi.
Kadınlığınızı kullanacağınız bir yer var ki; o da kadın önsezilerinin ve karmaşık düşünce yoğunluğunu çözme yeteneğinin, kadınsal duygu derinliğinin anlatımını kâğıda dökme şansınız. Bunu da değerlendirin. Ne iş yaparsanız yapın, ayaklarınızın üzerinde, bağımsız durarak yaşayın. Hayâllerinizi paylaşmayacak kimseyi hayat arkadaşı olarak seçmeyin. Bağımlı olduğunuz ilişki, mesleğiniz ne olursa olsun size ayak bağı olacaktır. "Kadın hakları” “İnsan Hakları”yla bir bütündür. Ayrıldığı yerde sahip çıkın. Toplumun, dünyanın kadınlarının problemlerine kulak verin. Sosyal sorumluluk projelerine el atın. Çevrenizin bu konularda dikkatini çekin, bilmeyenleri eğitin. Maddi/ manevi/ fiziki olarak el uzatabileceğiniz bir yardım konusu muhakkak vardır. Duyarsız kalmayın. Bu sizin hem dünya görüşünüzü hem duyarlılığınızı hem de hikâyelerinizi de besleyecektir. Kadın yaratıcıdır, problem çözücüdür. Geçmişi, anı, geleceği bir arada düşünebilir. Çoklu denklemlerle uğraşma yeteneği vardır kadının. Duygusaldır ama durumu idare etme, kotarma ve zorluğun içinden sıyrılma önsezileri de kuvvetlidir. Var olduğundan beri kadınlığın şifrelerinde mevcut bunlar. Bunlara bir de yazma gücünü eklediğiniz zaman müthiş bir donanımdan bahsediyoruz. Kadın olarak, kimsenin malı, objesi, aracı değilsiniz. Fikrinizle, ruhunuzla, yüreğinizle, seçimlerinizle, bedeninizle kendinize ait, kendinize sahip kalınız. Bu değerleriniz üzerinde tek imtiyaz ve tasarruf sahibi siz olmalısınız. İşte, içinizdeki bu hazır olan gücü ve üzerine ekleyebileceğiniz yeteneğinizi besleyerek yola çıkın. Azimli olun, çok çalışın, engeller sizi yıldırmasın, kırbaçlasın. Kaç yaşına gelirseniz gelin, kaç üniversite okursanız okuyun, okumaya, öğrenmeye, ilgili kalmaya devam edin. Yaşam statik değil, değişim devam ediyor. Ayak uydurun buna. Ama her sunulanın da esiri olmayın. Aynı zamanda sorgulamaya, süzmeye ve dayatılanla değil, kendi öz seçiminizle yaşayıp üretmeye devam edin. O zaman, varlığınız da, ürettikleriniz de sizin öz sesinizle toplumda kendi yerini bulacak, kendi alkışını alacaktır. Unutmayın, bireyselliği kaybetmemek, fikren, ruhen, bedenen kendine ait kalmak, etik değerlerle üretmek, göz önünde olmaktan çok daha önemli ve değerlidir.
Hepiniz sevgiyle kalın!
HABER MERKEZİ