MİLLETÇE GARİP BİR HALE DÜŞTÜK

Son yıllarda bazı kavramları birbirine karıştıra karıştıra, kelimelerin gerçek anlamlarını hepten unuttuk. Sözüm ona bu kelime ve kavramlara birer çağdaş anlam vererek kullanır olduk. Ancak elimizle tuttuğumuz sözümüzle gördüğümüz bir dünyada yapıyoruz diyoruz. Ya da yaşadığımızı sanıyoruz. Ömür TÜKETTİĞİMİZ muhakkak. Zaten aksi de elimizde değil.

Cenabı Hakk, ömür yolunun adımlarını NEFESLE tayin ve tanzim etmemiş mi? Her aldığımız nefes bizi bir adım daha sona yaklaştırmıyor mu? Asıl mesele bu ve buraya bakmak lazım.

Ama yaşam bu değil ki. Garip bir hale düştük. Ne dün var, ne yarın! Sadece anın içindeyiz. İşin daha da kötüsü çocuklarımıza da bu TERBİYEYİ aşılıyoruz.

Onlar da bundan gayrısını bilmiyorlar. Çünkü elleri ile tutup gözleri ile görmüyor, tanımıyorlar. Belki de bu yüzden onlara saygıyı, sevgiyi tanıtamıyoruz ve de arkadan gerisi geliyor.

Sadece anı yaşamak isteyen insan için vakar ve haysiyetin yanı sıra ar, hayâ duyguları kadar şeref ve namus için endişeden zerre taşımadığına şahit olmaktayız. Belki de en mühimi, MESULİYET duygusu.

Galiba asli mesuliyeti insan olarak yaratılmış olmaktaki ferdi mesuliyeti hiç duymadığımız, duyurmadığımız için insan olmanın gururunu, üstünlüğünü duyamadığımızı, insanca yaşamanın şart ve kurallarını düşünmüyor, düşünemiyor, belki de bilemiyoruz.

Bunun için olsa ki ANI YAŞAMAK istiyoruz. Ve içinde bulunduğumuz zamandan zevk almak istediğimizi TERENNÜM ediyoruz. Sevgili dostlar, zevk diyoruz, mutluluk diyoruz ama HUZURA hiç selam vermiyoruz. Mutluluk bir bakıma bugünkü anlayışla bedeni, hissi, sinirsel doygunluğu ifade etmekte diyebilirim.

Huzur ise çok daha farklı. Çoğu zaman mutluyuzdur ama aynı şeyi huzur için söyleyebilir miyiz bilmiyorum. Belki de huzuru hiç yaşamıyoruz. Günümüzde streslerimizin kaynağı huzursuzluk diyoruz. Bu doğru. Yani MENFİ yönlü yaşıyoruz. Ama huzurdan haberimiz yok veya öyle takılıp gidiyoruz.

Halbuki o da bir doymuşluğun adı. Ruhi doymuşluktan gelen bir hal, bir zevk, bir sükun. Ruhi doymuşluğun kapısı ile insanca yaşamakta, insanca yaşamak ise insani vecibeleri yerine getirmekle mümkündür.

Acaba kaçımız insanca yaşamanın vecibelerini yerine getirebiliyoruz ki? Ne yazık ki biz insan olmanın mesuliyetini unuttuğumuz için insanlığın zaruri kıldığı vecibelerini de tanımıyoruz. Hadi geçtik kendimizi çocuklarımıza da insanlığın vecibelerini tanıtamıyoruz. Yani huzursuz, haklarımızın, insani mesuliyetlerimizin ve de vecibelerimizi unutmaktan, terk etmekten, bilmemekten ve de yaşamamaktan haz duyduğumuzun farkında bile değiliz.

Müspet ilmin sahipleri hekimler ne derse desinler meselenin kökü burada! Psikiyatristlerimiz, psikologlarımız ÇARELER araya dursunlar ki bir gün mutlaka bu noktaya gelecek ve gerçek insani yaşayışı bulacaklardır.

Bu kadar LAKAYT, bu kadar İMANSIZ, bu kadar VİCDANSIZ, bu kadar DÜŞÜNCESİZ olmak bu kadar kolay mı? Geleneği, göreneği, terbiyeyi, tahsili artık iyi veremiyor muyuz?

Velhasıl insan olduğumuzu, insanca yaşamamız, insan gibi davranmamız gerektiğini de mi bilmiyoruz. Bu pencereden baktığımız zaman sormadan geçemiyorum. Sahi ne oldu bize?

ALIN SİZE BİR ÖRNEK

Dedim ya, “NE OLDU BİZE?” diye. İki gündür gündemi meşgul eden bir haber var. Ankara Kocatepe Camii’ndeki rezaletle ilgili. Sözde SANAT icrası adına yapılmış bir rezalet.

Bilal Kısa isimli yönetmen ile Ezgi C. isimli kadın model, Kocatepe Camii'nde cami adabından uzak kıyafetlerle poz vererek dini değerleri ayaklar altına almışlardı.

Kendisi ile hiç tanışıklığım yok. Ancak buna rağmen Bilal Kısa’nın bana gönderdiği mesajda, “Günümüz gençlerinin belli bir kesiminin önyargılarından dolayı caminin önünden geçmeye dahi korkarken, kendimce aslında korkulacak bir yer olmadığını ve orada huzuru bulabileceklerini anlatan fotoğraf çalışmaları yaptım” dese de.

Bana göre yapılan çalışma sanattan çok bir AYMAZLIK. Sen bu ülkede yaşayacaksın, bu ülkenin milli, manevi değerlerini bildiğin halde bilmezden gelip sanat icra ettiğini söyleyeceksin.

Bizim oralarda yapılana karşılık söylenen bu sözlere, “Ufak at da civcivler yesin” derler.

Siz kalkıp, dini bir mabedin içinde bir kadına göbeği açık tutan kısa tişört giydirecek, verdiği pozlarda eteğini yukarıya kaldırtarak, başörtüsü, takke ve tesbihleri de AKSESUAR olarak kullandıracaksınız.

Yav “BURASI SENİN FOTOĞRAF SAHNEN Mİ?” diye sorarlar adama. Birde kalkıp yaptığın ayıp değilmiş gibi bunları sosyal medyada 'ZITLARIN BÜYÜSÜ' ifadesiyle paylaşacaksın.

Tabi ortaya çıkan manzara ve gelen tepkiler karşısında dün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, haklarında resen soruşturma başlatılan Ezgi C. ve Bilal Kısa için gözaltına verdi

Sonucu ne olur bilemem. Lakin bir atasözümüz var. Teşbihte bir hata olmasın. Sözüm kimseye değil ortaya.

“Eceli gelen köpek cami duvarına siyer (işer)” diye bir atasözü var. TDK’ya göre de anlamı, “Herkesin üzerine titrediği, kutsal saydığı şeyi kötüleyen, bozan kimse mutlaka kötü bir sonuçla karşılaşır.”

Vallahi bu fotoğraf meselesi aynen böyle olmuş mu olmamış mı kararı size bırakıyorum. Ve bu görüntüler ışığında bir kez daha “Sahi ne oldu bize böyle” diyorum.