MERHABA EY ŞEHR-İ RAMAZAN

Merhaba on bir ayın sultanı Ramazan, merhaba rahmet, mağfiret ve bereket ayı.

Evet, bir Ramazan’a daha ermiş bulunuyoruz. Gönül isterdi ki İftarı, sahuru, teravihi, hatmi şerifi, mukabelesi, davetleri, ikramı, hayr-u hasenatı, minarelerde mahyaları, iftar çadırları, davulcuları, manileri ve hepimizi kuşatan kutsi havasıyla bir ramazana daha geçirmemizi merhaba diyebilmenin sevincini ve heyecanını yaşamayı...

Korona ile mücadele ettiğimiz şu dönemde lütfen kurallara uyalım. Ramazanın anlam dünyamızda apayrı bir yeri vardır. Nitekim bu ayın zaman içerisinde oluşmuş, kendine has güçlü bir geleneği mevcuttur. Kendi kültürümüz ve ruh dünyamızın imbiğinden geçirerek damıttığımız bir gelenek söz konusudur.

Zannımca tam da bu nedenle ruhumuzda duyduğumuz bir eksikliğin ifadesi olarak eski ramazanlara sıkça atıfta bulunuruz. Fakat burada eski ramazanlara duyulan özlemin salt geleneğin zayıflamasından kaynaklandığını düşünmüyorum.

Gelenekler, çağın imkânları ve yaşanılan hayatın gereğine uygun bir formda devam edebilmektedir. Esasen vakıa bir transformasyondan ibarettir. Yani ki bir tür şekil değişikliği söz konusudur. Misal eskiden mahallenin fakirleri iftara davet edilir ve onlara bir miktar da para “diş kirası” adıyla takdim edilirmiş. Buradaki gaye, ihtiyaç sahiplerini görüp gözeterek onların duasını almak ve sofranın nimetlerini paylaşmaktır.

Günümüzde özellikle büyük şehirlerde, kalabalık şehir hayatının bir gereği olarak büyük iftar çadırları kurularak eve iftara yetişemeyenler ile öğrenciler gibi evinden uzak olanlara iftar ve sahurda yemek verilmektedir. Burada da güdülen amaç aynıdır, sadece söz konusu geleneğin formunda bir değişiklik söz konusudur.

“Nerde o eski ramazanlar” serzenişiyle ifade edilen rahatsızlık her ne kadar geleneğin formuyla ilgili gibi görünse de bize göre asıl problem, geleneğe vücut veren özün hissiyatımız ve ruh dünyamızdaki karşılığının zayıflamasıdır. Özden uzaklaşmış olmak onun tebarüz edişinde bir sorun oluşturmuyor.

Yani özden uzaklaşarak da bir geleneğin değişik bir formda yaşatılması mümkün olabiliyor. Fakat burada eski ramazanlara yapılan vurgunun sebebi form değişikliği değil fikrimce özden kopuştur. Başka bir anlatımla eski ramazanlar aynen günümüze taşınmış olsa dahi eskiye duyulan, zahirde eksiklik hissî yine de gitmeyecektir.

Ramazan’ı ruhumuzda hakkıyla duyamıyor, onun iklimine girip kalbimizi rahmet yağmurunda yıkayamıyorsak bizdeki eksiklik hissî hep var olacaktır. Kalbin ve kafanın her türlü kirden, arızadan kurtulması ve fenalıktan sakınılması için bir rahmet ve mağfiret, bir arınma ve durulma zamanıdır on bir ayın sultanı. İşte bu kutsi zaman dilimini bir fırsat bilmeli, kulluk vazife ve şuuru bağlamında ahvalimizi muhasebe/murakabe etmeliyiz.

Başka bir ifadeyle ramazan tefekkür zamanı olmalı, kendimizi, halimizi ve kulluğumuzu otokritik ile disipline etmeliyiz. Ayrıca en önemli bir husus olarak bu ay Kur’an ayıdır. İlahî Kelam’ı okuyup, mesajı üzerine kafa yormalıyız.

RAMAZAN, FIRSAT AYIDIR

Ramazan bir anlamda insanın fıtratına dönmesi için bir fırsat dönemidir. Bu ayın rahmet ve bereketi vesilesiyle öze dönüş yolculuğuna çıkabilirsek özlediğimiz ramazanlara kavuşacağız demektir. Ramazanın ruhuna uygun, formellikten uzak, iliklerimize kadar hissedeceğimiz bir pişmanlık ve tövbe ile tuttuğumuz orucun, yaptığımız diğer ibadetlerin ruhumuz ve hissiyatımızda bir karşılığı/yankısı olacaktır.

Tüm bunlar bize öze dönüşü ve öz değerlerin ihyasını işaret eder. Eğer bu çerçevede bir ramazan geçirebilirsek öyle sanıyorum gelenekler değişik formda olsa da özünde aynı kalarak yaşayacaktır. Başka bir ifadeyle özlemini duyduğumuz ramazanları, geçmişe atıfta bulunmaya gerek kalmadan, ihya edeceğiz.

Kalın Sağlıcakla...