LANET VE LÜTUF

İtalyanların çok şey beklediği, hala da belki umuduyla izlediği bir sporcu Nicolo Zaniolo. Kendisini; son günlerin favori kalıplarından olan “tek kelimeyle özetleme” öbeğiyle açıklarsak spektaküler kelimesini kullanmak son derece yerinde olur. Genel olarak şeytan tüyü minvalinde de adlandırılabilir mi bilemiyorum ancak gerçek şu ki; iyi veya kötüden ziyade yaptığı her şey, bir şekilde gösterişiyle beraber dış dünyaya yansıyor.

***

Olağanüstü bir fiziğe, kuvvete ve hatta genetik harika olarak adlandırılabilecek kadar şanslı bir yapıya sahip. Ancak akli meleke kısmında asgari standartları geçmekte zorlandığı için kendisini en üst noktalarda göremedik muhtemelen de göremeyeceğiz. Bu kısmı ısrarla vurgulamakta fayda var ki; mevzubahis konu açıldığında birçok spor izleyicisinin, Nicolo’nun özel hayatında yaptığı saçmalıkları gülerek hatırladığına eminim. Yakın bir arkadaşımla kendisi hakkında konuşurken “kafatasının içinde beyin değil izmarit dolu bir küllük var” demesi de açıkçası aklıma kazınmış. Kendisini görünce aklımdan sadece bu tabir geçiyor.

***

Bir dönem; yolu, Türkiye’den ve Galatasaray’dan geçti. Gelişi ve gidişi de tam olarak kendisi gibiydi hem de enteresan bir zaman aralığında.

***

Her neyse; günler geçti, aylar ve yıllar birbirini takip etti. Derken;  kahramanımız, kendisini Floransa’da yaşamasına bağlayan bir imza attı birkaç gün önce. İmza töreni de yaşandı ve neden bu forma numarasını aldığı soruldu. Tek cevap: Transferimi çok isteyen ve depremde vefat eden bir gencin babası 17 numaralı giymemi istedi.

**

Nicolo gibi bir ismin bu vaziyeti hatırlamasına şaşırmadım desem yalan olur açıkçası. Türkiye ile herhangi bir bağı kalmamış, akli ve manevi hassasiyetleri pek yerinde olmayan, garip ve hatta Türklere tepeden bakmaya çalışan bir Avrupalıydı nihayetinde. İlk başta okuduğumda açıkçası inanmadım. Yabancı basından tasdiklenince de şov olduğunu düşündüm ancak videosunu izlediğimde cevabı verirken yaşadığı o kasılma ve gerilmenin ne kadar gerçekçi olduğu direkt çarptı.

***

Çarptı; evet, bazı şeyleri hatırlattı. Sabah saatlerinde yaşanan şoku, zararın tahmin edilemezliği, zaman geçtikçe kitlesel yaşanan infiali, beraberinde ülke çapındaki seferberliğin sadece 1 ay süreliğine gerçekleşip bambaşka gündemlere direkt olarak geçişi mesela.

***

Deprem bölgesinde su kalmamış, asgari şartlarda yaşamak güçleşiyor denildiği zamanlarda kameraların Kılıçdaroğlu, Akşener arasındaki adaylık salvosuna odaklandığını da hatırlıyorum. “Asrın felaketi” bir kampanya anlamını taşımıyor, yas değil farkındalık kayboldu, sadece yüksek şiddetli bir deprem değil, tarihe geçmiş zamanlar yaşadık, öncelik belli denmesine rağmen gündemin sadece siyasiler bazında değil halk bazında da nasıl bir anda kaydığını da bizatihi gördüm.

***

Unutmak; insan için büyük bir lanet olduğu kadar lütuf da doğru. Yaşanan güzel şeylerin de kayıpların da aynı günkü gibi hissedilmesinin insanın kaldırabileceği bir tıynet olmadığı da ortada. Ancak vaziyetimiz alışmak değil tüketmek. O yılın 2. ayının başında her şeyini kaybetmiş adamın 3 ay sonra yaptığı tercihe; ünlüler, influencerlar tarafından “deprem bölgesine yaptığımız her şeyi onlar başkaları yapıyor sandı” diyerek yaklaşılması bunun ufak bir göstergesi. Ahlaksızlık bu yaptığınız denildiğinde kendini temize çekme stili ise bundan daha çarpıcı ve sert: Ben sizden daha hassasım, elinden geleni hala yapan bir insanım, “hepinizin yaptığı gibi.”

***

Çoğumuzun o gün yaptığı şey; “yarın bir gün benim de başıma gelirse herkes koşsun” anlayışından ibaretti. Bir nevi paranızı yatırım amaçlı kullanmak gibi düşünün, anlayış ve davranış yekten ulus olmanın, acıyı ve tatlıyı beraber hissetmenin getirdiklerinden bağımsız. O yüzden depremle ilgili söylenen unutmadık sözlerinin bir temeli yok. Tıpkı deprem gibi, 15 gün önceki yangın gibi. Sadece yıldönümlerinde, siyaseten ne kadar yaradığınızdan ibaret. Öyle işte yani böyle gelmiş böyle gider.