KAYBETTİĞİMİZ SEVGİ ÜZERİNE!

Bugün haftanın son yazısı. Havaların gudubetinden mi yoksa benim hala gribal enfeksiyonu atlatamamamdan mıdır nedir elim bir türlü memleket meselelerini yazmaya gitmiyor. Zaten can sıkıcı konular. Bu nedenle çoktan kaybettiğimiz SEVGİ üzerine birkaç kelam edip bir hikayeyi aktaracağım.

Böylesine önemli bir konu ile haftayı noktalayalım istedim. Zaten tek ihtiyacımız olanda SEVGİ değil mi? Geçenlerde internetteki sayfalarda dolaşırken birazdan sizlerle paylaşacağım bir hikaye okudum sevgi üzerine. Hepimiz kimi gerekçelerle dünyanın en güzel duygusu olan sevgiyi sevdiklerimize ifade etmekte zorlanırız. Sanki bir suçmuş gibi saklarız onu içimizde.

Kimimiz geleneklerin, kimimiz sözde delikanlılığın, kimimiz de başkaları tarafından duygusallıkla suçlanma korkusunun (sanki kötü bir şeymiş gibi) etkisiyle yıllarca o duyguyu içimize gömeriz. Halbuki bunun ne kadar yanlış olduğunu yıllar sonra anlarız fakat çoğu zaman iş işten geçmiştir artık ve içimizde tarifi imkansız bir sızı duyarız. Halbuki hepimiz biliriz ki SEVGİ paylaştıkça büyür dertlerde paylaştıkça küçülür.

Efendim sizlere bir hikaye aktaracağım. Hikaye görünüşte basit bir boşanma davası gibi ama aslında yüce bir sevgiyi ifade ediyor. Hiçbir yorum katmadan size aktarıyorum. Kıssadan hisse gibi. Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu.

Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına; “Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?” diye sordu. Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı. “Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi beni hayattan...”

Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda. Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı. Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu.


Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:

“Bizim bir sedef çiçeği vardı çok sevdiğim. O bilmez. 50 yıl önceydi. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye. İyi gelirmiş derlerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kerede bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taki geçen geceye kadar. O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım. Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiçbir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.”

Hakim yaşlı adama dönerek; “Diyeceğin bir şey var mı, baba?” dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi.

Tane tane konuştu: “Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de. Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun. Lafım geçmedi. O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: “Gece çiçek sularsan geçer dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. gece, o çiçek ben oldum sanki…” dedi adam. O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle.

Devam etti yaşlı adam; “Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey. Geçen gece de. Yaşlılık. Ben de uyanamadım. Uyandıramadım. Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım. Sesimi çıkartamadım...”

Salonda sessizlik hakim. Ancak gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyor, gözyaşlarını tutamıyordu. Çünkü yaşlı adam öyle bir anlattı ki SEVGİYİ!


İşte hikaye böyle sevgili dostlar. Bende “Sevgide cömert ama sevdiklerimizi kırmada oldukça cimri olalım” diyorum. Siz siz olun fedakarlık adına bile olsa SEVGİNİZİ SEVDİKLERİNİZE haykırmaktan kaçınmayın.

Son sözü isterseniz Hz. Mevlana ile tamamlayalım; “Sevgide, şevkat ve merhamette, güneş gibi ol, başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol, dostluk, kardeşlik, sahavet ve cömertlikte akarsu gibi ol, öfke ve şiddette ölü gibi ol, tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, hoş görürlükte deniz gibi ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”