KARŞILIKSIZ SEVDA ADAM GİBİ SEVEBİLMEK

Hep SİYASET yazmaktan, kendime göre doğruları ve yanlışları yazmaktan biraz NEFES almak için bu mübarek günü seçtim. Aslında öğretmenler gününü yazacaktım ama bu yıl önemli bir fedakarlık konusu, bilgisi gelmeyince başka bir konuya değinmek istedim.

ÇİĞ SÜT EMMİŞ faniler olarak fıtratımızdan olsa gerek, birkaç olumsuzluktan kolay kolay ders almayıp inandığımız ve bağlandığımız şeylerde inatçı ve ısrarcı oluruz.  Tabi ki bunun tersine hiç de öyle olmayanlar da yok değil. Fakat şu an ben Antalya ve ülke genelindeki çoğul EKSERİYETİ kastediyorum.

Hemen hepimiz şöyle bir geçmiş hayat hikayemize bakalım. MAKARAYI geriye saralım. Şu an doğru olarak kabul edip savunduğumuz değerlerin birçoğu için, geçmişte nasıl da tersi istikamette eylem ve söylemlerde bulunduğumuzu açık ve net görebiliriz.

Neyse felsefeyi bırakırsak, sözü getirmek istediğim nokta şu. Sonuçta bende ACİZANE bir fani olarak, yaşım içerisinde “Dün ak” dediğim ve savunduğun birçok şeye bugün “Kara” der durumda olduğumu ve bu değişimin adına da TECRÜBE ile gerçekleri kabullenme dendiğinin farkındayım.

Fakat bir konudaki ısrarım ve sevdamdan bir türlü vazgeçemedim ki; o da “Yaşayıp karnımı doyurduğum anne toprağım ANTALYA sevdam.”

Şöyle bir bakıyorum da ömrümden ne SEVDALAR geldi geçti. Ne dalgalı denizlere yelken açıp ne fırtınalar ne tufanlar atlattım. Her limana gelişimde yaptığım iç muhasebe ve değerlendirmem sonucu aynı istikametlere bir daha asla DÜMEN çevirmedim.

Fakat benim bu şehre olan sevdam yüzünden ciddi anlamda yıpratılmama rağmen, bırakın sevdamdan vazgeçmek gün geçtikçe tutkuya ve şimdilerde nerdeyse kara sevdaya dönüştü.

Oysa ben kişilik olarak bugüne kadar toplum içerisinde BAŞIMI ÖNE EĞDİRECEK ve hakkımda kem kelam edilecek duruma asla düşmedim. Dolayısıyla benle uğraşmak isteyen ya da kıskanan kişi ya da kişiler beni sadece ve yalnızca bu DUYGUSAL zaafım olan noktamdan yıpratma yolunu denerler.

Ama bilmiyorlar ki; Ancak rüzgar küçük ATEŞLERİ söndürür. Rüzgarlar büyük ateşlere vurdukça PARLAR. Hatta beni çok sevip değer verdiğine inandığım birçok büyüğüm beni karşısına alıp çoğu kez NASİHATLERDE bulundu.

Dediler ki, “Bak CAHİL ADAM; eğer ki sen şu BİLGİ BİRİKİMİN ve idealist iş koparıcı kişiliğinle tüm enerjini, memleket sevdana değil de başka bir amaca yöneltseydin, inan hem maddi hem manevi anlamda şuan bulunduğunun misli misli üzerinde olurdun. Bu sevda sana ZARARDAN başka bir şey getirmeyeceği gibi bir de üstene kulp takarlar ve kötü olursun. Bir Allah razı olsun, ya da teşekkür beklerken karşına geçip ‘Senin asıl MAKSADIN ne… Bu işi ne MAKSATLI yapıyorsun… Niye benim şu meseleye de ilgi göstermiyorsun’ vb. art niyetli sorulara MUHATAP olursun.”

 Evet, yüzde yüz bu ve buna benzer durumlarla karşılaşsam da insanların atladığı bir şey var bence. Gerçi herkes KENDİ NE İSE karşısındakini de öyle sanırmış ya hani. İşte bu yüzden bendeki farklı bir noktayı atlamış olabiliyorlar. Ben AKLIM ERDİĞİ kadarıyla yaşamım boyunca, asla ve kat’a sevdiğim, değer verdiğim hiçbir yarimden ve yarenimden vazgeçmedim. Sevdama ihanet etmedim.

Adam bilip can dediklerim, yar dediklerime gün gelip tersi bir söylem ve eylemde bulunacak kadar ADİLEŞMEDİM. ASİ olduğum söylenir, doğrudur. HIRÇIN olduğum söylenir, doğrudur. İNATÇI olduğum söylenir, doğrudur. Ama asla ADİ ve NANKÖR olmadım sevdalarıma ve sevdiklerime!

İşte memleket ve dost sevdama olan bu tutkumda aynen bu (adam gibi...) özelliğimden kaynaklansa gerek. Lafın özü, yazımın son sözü: “Seviyorum işte, var mı diyeceğin. Ya da, sevmek suçsa CEZAMA RAZIYIM...” Şarkı sözleri bu konudaki duygularımı anlatıyor sanki. Öyle değil mi?

Ne mutlu sevdiğini karşılıksızca ve Allah için ölümüne bir tutkuyla sevip, sabırla vuslat’ı  bekleyebilene. Bugünlük bu kadar. Hayırlı cumalar, şimdiden iyi hafta sonları.