KAPALI OTURUM

8 Ekim 2024, TBMM’de kapalı bir oturumun gerçekleşeceği basına beyan edildi. Buna göre Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bölgede yaşanan gelişmelere ilişkin olarak vekillere birtakım açıklamalarda bulunacağı açıklandı. Konunun ise İsrail’in Lübnan’a karşı gerçekleştirdiği mütecaviz tavra yönelik detaylar ekseninde gerçekleşeceği bildirildi.

***

Belirlenmiş sayıda vekilin katıldığı, detaylarının kamuoyuyla 10 yıl boyunca paylaşılmadığı, aksi halde TCK’da “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar” başlığında tanımlanan suçun vekillerce işlenmiş sayılacağı açıklanan o oturum gerçekleştirildi.

***

Toplantı öncesinde TBMM Başkanı ile Divan üyelerinin, oturumda Türk ve Filistin bayraklarının yer aldığı atkı taktığı görüldü. Çıkış sonrası açıklamada bulunan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Bilmediğimiz hiç bir şey söylenmedi. Netanyahu bu çukura bütün bölge halklarını atmak istiyor” dedi ve geçti.

***

Buraya kadar her şey; İsrail, Filistin ve Lübnan eksenindeki savaşla alakalı hususların aktarıldığı bir oturummuş gibi gözüktüğü aşikar. O zaman neden kapalı oturum yapıldı, madem detayları açıklanmayacak neden 10 yıl boyunca kamuoyuyla paylaşılmayacağı esası güdüldü soruları akla geliyor. Bu da haliyle konunun metafor olarak kullanıldığının en bariz ispatı olarak gözükmekte. Peki sorulara kesin ve net bir cevabı hemen bulabilmek mümkün müydü? Tabi ki hayır.

***

Toplantının üstünden 20 gün geçti. Konuyla ilişkilendirmek için kısa vade bile sayılmayacak kadar az ve yetersiz bir süre zarfı olarak gözükse de her biri Türkiye Cumhuriyeti tarihine dönüm noktası olarak geçebilecek birtakım olaylar yaşandı dememiz mümkün.

***

Evet, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gündemi ve milleti şok edecek, tarihe geçecek açıklamasından bahsediyorum. Bu cesur tavırda dahi bu eli “ama” bağlacı kullanarak uzatıyorum, eğer anlamazsanız yumruk olur manası ise açıklamanın şok edici unsurları sebebiyle haliyle gözlerden kaçtı.

***

Karşı tepki oluşacak diye beklenirken CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in şaşırtıcı şekilde destek veren tavrı ve nihayetinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Hep beraber terörün olmadığı Türkiye'yi inşa edelim istiyoruz” temelli destek beyanı gerçekleşti.

***

Peşi sıra ifade edilen bu beyanların tamamen tesadüf üzere kurulduğunu ve ani refleks üzere birtakım davranışlar gerçekleştiğini söylemek açıkçası pek de mümkün değil. Bu ortak tavır nerede gerçekleşti sorusunun cevabı ise tahmin ettiğiniz bir noktaya varıyor. Detaylarını bilemiyoruz.

***

Var olduğumuz bölgenin her gün hatta her saat savaşla yoğrulduğunu ve dünyanın aktığı yönün özgürlükçü demokrasiye doğru olmadığı gerçeği ile yüzleştiğimiz takdirde neden sorusu tekrardan gündeme çıkıyor. Bizzat var olan kuvvetli aktörlerin güvenlikçi dinamikler olarak nitelendirildiği takdirde bu vaziyetin 2013 Nisan’da başlayıp 2015 Temmuz’da biten Çözüm Süreci’ndeki gibi “demokratikleşme veya sivil siyasetin genişlemesi” beklentisi doğurmayacağı aşikar.

***

Peki, Devlet Bey’in cesur açıklamasının sonrasında PKK tarafından TUSAŞ’a karşı gerçekleştirilen menfur saldırıyı ne olarak algılamak gerekiyor? Akabinde Türkiye’nin; Suriye ve Irak’ın kuzeyinde PKK/YPG’ye ait toplam 157 noktaya her türlü merkeze soluksuz şekilde operasyon icra etmesini ne yapacağız? “Artık yeter” diyerek Suriye’nin Malikiye kentinde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından vurulan alanlarda ABD ordusunun devriye atmasını? Eğer söylenildiği üzere bir Çözüm Süreci varsa yaşanan bu vaziyet makul ve mümkün mü?

***

Demokrasi, barış ve çözüm gibi beklentilerin gerçekleşeceğini ummanın safdillikten öteye geçmeyeceği ise aşikar. Tek kesin olan şey ise bir dönüm noktası varsa onun da belli olduğu, 10 yıl sonra detayları açıklanır.