HAYATTA KALMA SUÇLULUĞU
Büyük afetler sonrasında hayatta kalmak, bazen ölmekten çok daha zordur! Deprem, sel, yalgın, salgınlar gibi toplumsal felaketler sonrasında yakınlarını kaybeden bireyler, hayatta olmaktan dolayı yoğun suçluluk duygusu hissedebilirler.
***
Hayatta kalmanın neden olduğu suçluluk duygusu, diğerinin yaşamını yitirdiği bir durumda hayatta kaldığı için (her ne kadar gerçekçi olmasa da) yapabileceği bir şeyler varken yapmadığı düşüncesine kapılarak kendini suçlu hissetmesidir. Bazı durumlarda bireyin, kaybettiği yakını yerine, kendisinin ölmüş olmasını dileği görülmekte, hatta bazen hayatta kalmayı hak etmediğini düşündüğü de gözlenmektedir.
Hayatta kalmaya bağlı olarak gelişen suçluluk duygusu, bireyin olaylara ve durumlara dair objektif değerlendirmeler yapabilmesini engellediği için, gerçekleri kabullenmesini, sağlıklı bir matem süreci yaşamasını ve iyileşmesini güçleştiren bir etkiye sahiptir. Bireyin bilinçdışı acıya tutunur ve eğer acı çekmeyi bırakırsa kaybettiği kişiye haksızlık yapacağına inanır.
***
Kişide; felaketle ile ilgili anı ve görüntülerin sürekli zihnine hücum etmesi, sinirlilik ve öfke duygusu, yoğun kaygı ve korku, çaresizlik, isteksizlik ve harekete geçememe, sosyal izolasyon, çarpıntı, boğulma hissi, nefes alamama, baş ağrısı, mide bulantısı gibi bedensel belirtiler, uyku sorunları, kabuslar, intihar düşünceleri gibi belirtiler de gözlenebilmektedir.
Her duyguda olduğu gibi, hayatta kalmanın getirdiği suçluluk duygusu da bastırmak ya da yok saymakla üstesinden gelmek mümkün değildir. Bu durumda öncelikli yapılması gereken, bu duygunun varlığını kabul etmektir. Duygumuzu kabul etmeden, ona anlayış ve şefkatle yaklaşmadan, duygumuzu ortadan kaldırabilmek pek mümkün değildir.
***
Hayatta kalma suçluluğuna sahip olan bireyler, kaybettikleri yakınları için elinden gelenin en iyisini yapmışlardır, ancak yine de yapabilecekleri bir şeylerin daha olabileceğine inanmaktan kendilerini alıkoyamamaktadırlar. Bu durumda özellikle bu tür felaketlerde bizim kontrolümüzde olmayan, hatta hayatta kontrol edemeyeceğimiz çok fazla şey olduğunu fark etmeye, her ne kadar kabul etmek istemesek de, başka türlüsüne, her şeyi kontrol edebileceğimize inanmak istesek de, bunun mümkün olmadığına ve gelecekte de olmayacağını fark etmeye ihtiyaç duymaktadırlar.
İçimizde bir yerlerde kabullenmek istemesek de, hayatta kalmak da, hayata veda etmek de bizim seçimimiz olmuyor…
M.Ö. 2000 yılında Hititlerin duvar yazısından alınan bir “Hitit Duası”nda şöyle der;
Tanrım, beni yavaşlat…
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı engelle…
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükûnetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel köpek ya da kediyi okşamak için duymayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlık koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeylerin olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yarım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Bana değiştirebileceğim şeyler için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyler için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlardan koruyacak DOSTLAR ver…
SON SÖZ
Duygularımızı fark edebilmek, onları yaşamaya izin verebilmek, hayatta değiştirebileceğimiz şeyleri kabul edebilmek, değiştirebileceğimiz şeyler için harekete geçebilmek dileğiyle…