HAYAT FOTOĞRAF MAKİNESİ GİBİDİR

Bugün size ne siyaset, ne teleferik faciası, ne teleferik faciası sonrası tutuklanan Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz, ne de erken bastıran sıcaklardan bahsetmeyeceğim. Çünkü bende KAYIKÇI KAVGASINDAN çok sıkıldım. Nedeni ise teleferik faciası sonrası yaşanan olaylar. Öyle veya böyle adaletin vereceği son kararı beklemekte fayda var.


Ancak şu unutulmamalı ki, Mesut Kocagöz, Kepez Belediye Başkanı seçildiği için falan tutuklanmadı. ANET’teki görevinden ve sorumluluğundan dolayı tutuklandı. Tutuklama kararının doğruluğu veya yanlışlığı tartışılabilir.

Hani dedim ya bugün başka konu yazacağım diye. Yeni seçimden çıktık, seçilen belediye başkanlarından herkes icraat bekliyor. İnanın önümüz yaz ve en büyük sorun sivrisinek ve ulaşım olacak gibi görünüyor.

Buraya kadar bir durum analizi yaptık. Gelelim meseleye. Yaklaşık 44 yıllık meslek hayatımda 30 yıl sırtımdan çantayı boynumdan da fotoğraf makinesini hiç düşürmedim.  Biz gazetecilerin özellikle de foto muhabir kökenli olanlarımızın kaderi ve hayatı hep fotoğraflar, fotoğraf makineleri ve filmler üzerine kurulmuştur.


Hayat bizim için büyük ölçüde objektifle vizör arasında gidip gelmiştir. Hep dünyaya oradan bakmışızdır. HAYAT bize göre bir FOTOĞRAF MAKİNESİ GİBİDİR. İçinde kaç kare film var bilinmez ve her karesi ömrümüzden bir gündür. Kimimizin siyah beyazdır filmi kimimizin de rengârenk. Bütün renkler güzeldir ama önemli olan enstantaneleri net çekmek. Nice renkli kareler gördüm; flu ya da yüzleri gölgeli.

Nice siyah beyaz kareler gördüm pırıl pırıl, canlı mı canlı. Kaderin bir adı da yetenek! Ziyan etmemeli filmi, tekrar başa sarma ihtimali yok. Işığı iyi ayarlamalı. Gündüz çekimlerinde güneşi, gece çekimlerinde ayı arkamıza almalı. Kareyi iyice doldurmadan deklanşöre basmamalıyız. Boş çıkmasın kareler. Her gece, güzel bir enstantane çekmenin huzuru içinde uyumalıyız yatağımızda. Bol bol aşkı çekmeli. Çekerken buğulanmalı aşkın hararetinden geniş açı objektifin camı. ‘Keşke’lere yer olmamalı aşk karelerinde. 

Yıllar sonra dönüp baktığımızda acıtmamalı o kareler içimizdeki anılar albümünü. Dostluklara da yer vermeliyiz karelerimizde. Menfaatsiz, çıkarsız, sadece ve sadece yalın sevgiye dayalı dostluklar ağırlıkta olmalı. Bir fincan kahvenin fotoğrafını çekelim kırk yıllık hatırla sarmaş dolaş. Karelerde iğne ucu kadar boşluk kalmasın pişmanlıklara, düşmanlıklara. Bu enstantaneler kolay yakalanmaz, anlıktır.

Zeytin dalı gagasından düşmeden ve ürkütmeden çekelim güvercinleri kare kare. Çocukları çekelim çocukları… Asıl onların gözlerinde, gülüşlerinde saklıdır en masum mutluluklar. Pozometresinde yazmadan son nefes sayısı ve yıkanmadan filmler gasilhanede çekebildiğimiz kadar mutlu karelerini çekebilmeliyiz tüm mevsimlerin. Unutmayalım ki en süper enstantaneyi yakaladım dediğiniz an film kopabilir veya bitebilir.

İlk ve son karede deklanşöre bizim dokunma şansımız hiç yok! Lütfen hayata karşı uyanık olun. Fotoğraf makinenize kartı takmayı, sakın unutmayın!

İşte sevgili dostlar biz gazetecilerin hayata bakışı hep böyledir. Sanırım birçoğunuzun da hayatı film gibidir. Kiminizin PARLAR, kiminizin FLUDUR. Amma en nihayetinde hepimizin ortak noktası film gibi hayatlarımız değil midir?

Yeter ki makinemize film koymayı -günümüzde bu flash disk ve hafıza kartı oldu- unutmayın. Unutmayın ki boş boş kareler olmasın.

Son olarak şunu söyleyelim: Hayat ne ki? Hayat dediğin bir bardak çay, insan ise sadece bir şeker. Karıştırdıkça hayattan tat aldığını sanırsın. Oysaki hayatın seni erittiğini çay bitince anlarsın!

Bilmem anlatabildim mi? Siyaset miyaset hepsi yalan!