GÖNÜL TELİNDEN NEFİS MUHASEBESİ

İnsanoğlu yaratılalı beri “söz” var olmuştur hayatta. Meramı anlatmada, duyguyu ifade etmede, “söz”, varlığını güçlü hatta vazgeçilmez bu ihtiyaca borçludur. Dillerin birbirinden farklı oluşu da, kavimlerin bu ihtiyacı seslendirmedeki özgünlüğüdür.

Türkçemiz, Türk’ün yeryüzünde var oluşundan bu yana soyut, somut nesnelere, duygulara sesle şekil vermesiyle oluşmuş kadim ve köklü bir dildir. Asırlardan beri işlene işlene yeryüzündeki dillere nazaran engin; duygulara, nesnelere şekil veren zengin bir dil olmuştur.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Ozan Derviş Ali’nin gönlü ile muhabbet ettiği güzel bir şiirimizden hareketle dilimizin zenginliğini “gönül” sözcüğünün derinliğinde yaşayalım birlikte. Halk müziğimizin ustalarından Ali Ekber Çiçek’in derlediği ve söylediği Erzincan yöremize ait bu güzel türküye gönül açalım:

“Gönül gel seninle muhabbet edelim

  Araya kimseyi alma sevdiğim

  Ya benim kimim var kime yalvarayım

  Kaldır kalbindeki karayı gönül”

Şiirin giriş dörtlüğünün derinine inmeden ilk bakışta ozanın âşık, maşuğunun adının da “Gönül” olduğu gibi bir izlenime kapılıyor insan. Ardından gelen dörtlükler şiirin tam bir nefis muhasebesi olduğunu gösteriyor. “Gönül” kişileştirilmiş, sevgiliye benzetilmiştir şiirin tamamında. İlk yazılı metinlerimizde “köngül” olarak karşımıza çıkan sözcük, zamanla Anadolu Türkçesinde şimdiki hâlini alıyor. Muhabbet edilmek istenen gönül, ozanın kendi gönlüdür. Araya kimsenin girmesine izin verilmemelidir ki muhabbet samimi olsun; yalansız dolansız, hilesiz hurdasız, inkârsız riyasız olsun. İnsanı “adam gibi adam” yapan erdemdir; erdemin zıttı ise vicdanın, kalbin, gönlün kara olmasındandır. Kalbi kara olan insan, her an kötülük yapmaya eğilimlidir. Muhabbetin ana ekseni nefis muhasebesidir. Amaç, öze yapılan samimi itiraf, karaları bertaraf…

“Dünya için gül benzini soldurma

  Hâlden bilmeyene hâlin bildirme

  Tabip olmayana yaran sardırma

  Azdırırsın bir gün yarayı gönül”

Güzelliklerin, iyiliklerin, yaratılışın simgesidir gül. Olgun insan olmak varken sabır, şükür, vefadan uzaklaşıp dünya için yorgun insan olmaya, gül yüzünü soldurmaya gerek yok. Zamanını boş yere harcayacağına gerçek dostu bulmak için çaba sarf etmelisin. Hâlden anlayan, içini rahatlıkla dökebileceğin, zor durumunda elinden tutabilecek, seni riyasız, menfaatsiz sevebilecek, sana değer verecek gerçek dostu bulabilirsen, dünyanın en büyük zenginliğine, paha biçilmez mücevherine kavuşmuşsun demektir. Her önüne geleni dost sanıp da içini dökmeyesin, derdini açmayasın. Yüküm hafifleyecek, derdim azalacak derken ola ki daha büyük ıstıraplarla karşılaşabilirsin. Ben bu hatalara çok düştüm, hayat bana dersini verdi; hiç olmazsa sen bu hatalara düşme.

“Solmazsa dünyada güzeller solmaz

  Bu dünya fanidir kimseye kalmaz

  Yalan dolan ile sofuluk olmaz

  Mümin olan bekler berayı gönül”

Dünyada solmayan, kalıcı olan ne var? Yapraklar mevsimi gelince, insanlar yaşı geçince solmuyor mu? Yaratılışın kanunu böyle. Dünya gelip geçici bir han. Üç günlük dünya için, dünyalık için insan olma erdemini unutanlar, öte âleme ne götürdüklerine baksın. Yaradan bizi kötülüklerden men ediyor, doğruluğu emrediyor. Zahirde sofu görünüp yalan dolanla işini yürütenler gerçek mümin olamaz. Yaradanın tüm varlıklardan üstün olarak yarattığı insanoğlu, içindeki kötülükleri kovup fazileti (berayı) muhafaza ettiği, onu gözü gibi koruyup kolladığı, zarar gelmesin diye beklediği sürece gerçek inanan olabiliyor ancak. Müminin üstünlüğü, yolunda yordamında hep fazilet  barındırmasındadır.

“Derviş Ali’m öğüt verir özüne

  Gönül lütfeyledi geldi sözüne

  Azrail konarsa göğsün düzüne

  O zaman beklemez sırayı gönül”

Şiirin bir öz sorgu olduğunu ikrar eden ilk mısra. Ozan, ikinci mısrada bu muhabbetle gönlünü de ikna ettiğini düşünüyor. Belli ki muhabbet güzel, verimli geçmiş. Azrail her faninin kapısını er geç çalacak, bu mutlak son ve son pişmanlık fayda etmiyor. Bana biraz süre ver, benden önce alacağın canlar olmalı, demek de boşuna. Hani yaşını almış olanlar sevdiklerinin, yakınlarının başına daha geç gelmesi için yakarır ya “Rabbim kimseye evlat acısı vermesin. Allah sıralı ölümler nasip eylesin.” diye. Ozan, bunun yalnızca arzu, temenni olduğunu söylüyor; asıl sırayı ömrü verenin belirlediği gerçeğini, inanmışlığını vurguluyor. İş işten geçmesin, aklını başına al, diyor.

Türkçemizin inceliğini, Derviş Ali ozanımızın diliyle ortaklaşarak söyleştik. Elinizdeki telefondan türkünün adını yazarak Sevcan Orhan ya da Yedi İklim’den, nefis muhasebesi anlamını da düşünerek ezgisiyle birlikte hemen şimdi dinlemenizi tavsiye ediyorum. Türkü daha bir hoş gelecek, inanın.

Gönlünüz yüce olsun…