EYLÜL

Eylül… Mevsimlerin üçüncü çeyreğine merhaba dediğimiz hasat festivali… Sıcakların yerini yavaş yavaş serine terk etmeye başladığı ilkgüz… Yaz sıcaklarını kıran, kış soğuklarının işgaline karşı ordunun ön safındaki dirayetli, üstün yetenekli öncü güç…

***

Edebiyatımızın ilk psikolojik romanını hatırlıyorum. Mehmet Rauf’un Eylül adlı romanı. Romanın kadın kahramanı Suat’ın, kocasının akrabası Necip’le olan ve vuslatla bitmeyen yasak aşkı. Eserin adı, romanın içeriğine sembol olarak düşünülmüş. Hüzün ayı, Eylül… Ağaçların sararmaya başlayarak dallarından birer birer döküldüğü, mutluluğun hüzne dönüşmeye başladığı ay eylül, mevsim sonbahar. 

***

Hüzün ve hazan aynı kökten türeyen sözcükler. Birbirini çağrıştıran yakınlıkta. Hazanın ya da hüznün ekim, kasımla değil de eylülle özdeşleşmesi ise bence eylülün haberci özelliğinden. Müjdeleyici diyemiyorum çünkü ayrılıkların, acıların, hicranların, çaresizliğin ilkbahara, yaza teşbihini hiç yakıştıramamış edebiyatımız. Kış mevsimine hazırlığın sıkıntıları, insan yaşamına bu olumsuzlarla denk düşürülmüş. Her mevsimin kendine has güzellikleri var da tabiatın boynunu büktüğü, ağaçların yapraklarından müstesna olduğu üçüncü çeyrek, sona doğru yaklaşılmakta olunduğunun jurnali gibi.

***

Güftesi Sıtkı Angınbaş’a ait Melahat Pars tarafından bestelenen ve icra edilen hicaz şarkıyı mırıldanmaya başlıyorum:

“Ben gamlı hazan sense bahar dinle de vazgeç,

  Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç.

  Olmaz meleğim böyle bir aşk bende vakit geç,

  Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç.”

***

İki baharın uzaklığı hatta karşıtlığı… Baharın ilki taze yani genç; ikincisi gam, hüzün yani son fasıla bir adım kala… Sanatçı, mevsimleri belirtileriyle benzeştiriyor. Yakışanı da bu…

Eylül deyince hazan, hazan denince hüzün… Ömrün üçüncü demine teşbih yapılsa da mutsuzluğun, umutsuzluğun, çaresizliğin anlatımına sembol oluyor hep eylül. Sözcük anlamına inat, nelerden berat?  Açık kestane renginin albenisinden, hasat mevsimi ertesindeki sevinçten, irade güçlülüğünün tabiatından… 

***

Güftesi ve bestesi Şekip Ayhan Özışık’a ait nihavent makamındaki şarkıya kulak verelim:

“Yine hazan mevsimi geldi,

Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek.” Bir sonbahar tablosu… İnsan yaşamına nasıl teşbih edildiğini şarkının devamında dinleyelim:

 “Yine deli gönlüm, yine bu mevsimde,

Hicranımı yalnız başına çekecek.” İlk iki mısradaki tablonun ayrılık ve onulmaz acıyla birleştirilmesi… Mevsim sonbahar ama çağrışım eylül…

İlkgüz olsa da, yapraklar sararmaya başlasa da caddelerin, sokakların öğrencilerle neşelendiği coşkulu günleri de yaşatır bize eylül. Umudun diri tutulması gerektiğini de…

***

Sözlerini Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı Alpay’la özdeşleşmiş Eylül’de Gel şarkısı düşüyor aklıma:

“…. Eylül'de gel / Eylülde okul yoluna / Konuşmadan yürüyelim / Gireyim koluna / Görenler dönmüş / Hem de mutlu diyecekler / Ağaçlar sevinçten başımıza / Konfeti gibi yaprak dökecekler.”

***

Sevgiliye çağrı, umudun sesi… Tabiatın doğal hâli güzel bir nedene bağlanmış. Sevgiliyle kol kola okul yolunda ilerlerken ağaçlardan dökülen yaprakların konfetiye teşbihi ve hüsnütalil… Sözcüklere yüklenen anlam öznel… Yerine göre umut, coşku; yerine göre mahcup, mahzun portre… Söyleyenin ruh hâli hangisini yansıtıyorsa çağrışımı da o.

***

Hisse de şu olsun:

Sıcaklardan bunaldığımız günlerin sonu diye görelim eylülü, o huzur olsun; vuslat diyelim ona hasrete mahzur olsun. Biz güzel düşünelim, eylül gülizar olsun; geleceğe umutla bakalım, o lalezar olsun.