EY KÜRESEL REZİL HANİ İNSAN HAKLARI?

Teknoloji, sanayi, ekonomi gibi maddi alanlarda gelişmekte olan ülkemize manevi alanda tarihinden getirdiği üstün değerleri, maddi gelişmenin tahrip etmeye çalıştığı millî erdemleri hatırlatarak toplumsal farkındalık oluşturmaya çabalıyor vatansever, sağduyu sahibi kalemler. Çorbada bizim de tuzumuz bulunsun kabilinden bu çabaya âcizane katkıda bulunmaya çalışanlardan biri de bu satırların sahibi. Değerlerimizi önceleyen yazılar yazmak istiyorum, edebiyat sohbetleri yapmak geçiyor gönlümden fakat içinde bulunduğumuz acılı günler vicdan sahibi insanımızı kendi alanından öte güncele yönlendirdiği gibi beni de yaşanan acılardan müstesna kılmıyor.

               Her fırsatta insan hakları savunuculuğu iddiasında bulunan başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin bu dersten hep geçersiz not aldığını gözlemliyoruz ya da insan hakları dersini bir türlü anlamadıklarını…

               Dün kendisine holokost uygulanan bir toplum bugün aynı utancı bir başka topluma yapıyor. Mezalime uğrayanların zalimliği…

               Dün altı milyon Yahudi’ye soykırım uygulayan Almanya bugün Gazze’daki toplu imhayı seyretmekle kalmıyor, bu utancı destekliyor. Borcunu mazlum milletlerin cebinden ödediğini düşünen sakat ruh hâli…

               Dün İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve Fransızlar, sayıları üç milyonu aşan Alman harp esirlerine çoğu Amerikan kamplarında gerçekleşen tarihte az rastlanır bir imha siyaseti uygulamışlardı. Bugün zalim de mağdur da el ele…

               Dün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını Kızılderili’nin elinden almak için koloniler kuranlar, yalnızca bu zenginlikleri yerlinin elinden almakla kalmamış, onların topraklarını da sahiplenerek vahşet üzerine vahşet bina etmişlerdi. Bugün, “Bu coğrafyada bir İsrail devleti kurulmamış olsaydı, onu biz icat ederdik!” aşağılığını devam ettirmekteler. Bu coğrafya ile kastedilenin Müslümanların yaşamakta olduğu topraklar olduğunu söylememize gerek yok sanırım. Başkalarına ait toprakları kadın, yaşlı, çocuk demeden katlederek kanla, gözyaşıyla mazlumların elinden almaya alışmışlar ya…

               Dün Afrika’nın zenginliklerine konmak üzere Kıta’yı kana boğan; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkemizde katliamlara ortam hazırlayarak Yunan’ı, Ermeni’yi maşa olarak kullanan İngiltere’sinden tut Fransa’sından çık Avrupa’nın bu sözde medeni ülkeleri değil miydi?

               Gazze’de yaşanan vahşet tarihin tekerrüründen başka bir şey değil.

Geçmişi karanlıklarla dolu, eli kanlı bir sözde medeniyetin insan hakları savunuculuğu yapması ne kadar gülünç değil mi?

               Gazze’deki insanlık suçunu kınayan, protesto eden, isyan eden vicdan sahibi insanları ayrı tutuyorum tabi. Sözüm bu ülkeleri idare edenlere. “Sahne, savaşı bizim kazanmamızın tüm insanlık için iyi olacağı kanaatini uyandıracak biçimde düzenlenmelidir.” sözü Amerikan Başkanı Wilson’a hizmet eden tarihçilerin sözüdür. Zira bakış açıları; halkın, kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmediği yönünde.

               Amerika’nın 39. başkanı Nobel Barış Ödülü sahibi Jimmy Carter, göreve başladığında yapmış olduğu konuşmanın tamamı insan haklarına yönelikti. 1977 yılının 19 Eylül’ünde kendi imzasıyla Baltimore Sun adlı gazetede yayımlanan makalesinde şunları söylemekte:

               “Gerçekte tipik Amerikalı diye bir şey yoktur. Atalarımız, dinimiz, ırkımız ve kültürümüz hatta anavatanımız bakımından en az insanlık kadar çeşitliyiz. Ancak birleştiğimiz tek nokta temel insan haklarına olan inancımızdır.” 

               Carter’ın savunduğu değerler ile başkanlığını yaptığı ABD’nin kendisinden önceki ve sonraki başkanlarının yaptıklarını gel de düşün şimdi.

               Hiroşima, Nagazaki. Irak ve şimdi Filistin…

               Öyle bir güç olsun ki zalimleri kahretsin.