EVLİYALAR KERVANI
HİNDİSTAN'DA BİR VELİ: MAHDUMZADE EBÜ'L KASIM (K.S)
Hindistan'da yetişen büyük velîlerden. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu olan Kayyûm-i zamân Muhammed Sibgatullah hazretlerinin ilk oğlu, Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin de torunudur. 1645 (H.1055) senesinde doğdu. 1671 (H.1082) senesinde vefât etti. Dedesi Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî Serhendî'nin yanında medfûndur.
İslâm târihinde, bundan önceki makâlemizde kendisinden bir nebze bahsettiğimiz Muhammed Ma’sûm (kuddise sirruh) kadar rüşd ve hidâyeti yaygın bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona talebe olup huzûrunda tövbe etmiş, talebelerinden yüz kırk bini velîlik mertebelerine kavuşmuş, yedi bini de mürşid-i kâmil (tâm ve olgun bir âlim) olarak yetişip irşâd ile emrolunmuştur.
YOLUMUZU AYDINLATANLAR
Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretleri, bu torununu kendi oğullarından saymıştır. Hattâ kitaplarını ve diğer eşyâlarını oğullarına taksim ettiği zaman, kendi oğullarına verdiği kadar bu torununa da pay verdi. Bu torununa olan şefkât ve muhabbeti yazıya ve söze sığmaz. Ebü'l-Kâsım da yüksek dedesini öyle sever, onu öyle arardı ki bundan fazlası tasavvur olunamazdı. Seven, sevdiğinin her kemâlinden pay aldığına ve mahbûba, sevdiğine uymağı kendine mutlak gerekli bildiğine ve ona uymakta elinden geldiği kadar kusur etmediğine göre onun kemâlâtına, yüksekliklerine bürünmüş olur. Bunun böyle olduğu pek açıktır. Çünkü, uyanın, uyduğu zâtın kemâlâtından, üstünlüklerinden kısa zamanda büyük pay alması pek kolaydır.
HİNDİSTAN'DA BİR MÜFESSİR
İşte Şeyh Ebü'l-Kâsım da yüksek dedesine uymakla, ona mahsus olan Ma'sûmî kemâlâtına kavuştu. O büyük zâtın üstünlüklerinden, yüksek derecelerinden pay alarak, yüce makamlara kavuştu. Sâhib olduğu bu yüksek kemâlât ile insanlara faydalı olmak, onların bu yolda ilerlemelerine rehberlik etmek üzere, icâzet (diploma) ve hilafet aldı. En yüksek mânevî derecelere çıkmak ve insanları bu derecelere kavuşturmak bahtiyarlığına ulaştı. İmâm-ı Muhammed Ma'sûm tarafından yüksek işâretlere, üstün müjdelere kavuştu. Bu müjde ve işâretler İmâm-ı Muhammed Ma'sûm'un Mektûbât'ında bulunan ve bu kıymetli torununa yazılan mektuplardan anlaşılmaktadır.
İLİM OCAĞI
Ebü'l-Kâsım, yüksek dereceler sâhibi olan amcası Muhammed Ubeydüllah-ı Serhendî'den de okuyup ilim öğrenmişti. Muhammed Ubeydüllah buyurdu ki: "İnsanlara göre, Ebü'l-Kâsım bu fakîrden ders alıyor, ilim öğreniyor. Fakat müdrike kuvveti yâni anlayış kâbiliyeti ve yaradılışındaki istidât sebebiyle öyle incelikler buluyor, öyle derin mânâlara kavuşuyor ki, sanki o ders okutuyor gibi oluyor."
VEFATI
Şeyh Ebü'l-Kâsım, yüksek dedesi Muhammed Ma'sûm hazretlerinin vefâtından üç sene sonra, Ekberâbâd beldesine gitmişti. Orada vefât etti. Cenâzesini Serhend'e getirip yüksek dedesinin yakınında defnettiler.
İSLAMDA DEDİKODU
Kenz-ül Hafi kitabında diyor ki: Hâlid bin Sinân; "Dedikoduyu kabûl etmek, dedikodudan daha kötüdür. Çünkü dedikodu; günaha yol göstermek, onu kabûl, yâni onu dinlemek ise, izin vermek, onu tasdîk etmektir. Bir şeye delâlet eden ile, onu kabûllenip, hükmeden bir değildir. O hâlde dedikodu yapanın azâbı, sâdece dedikodusudur. Eğer doğru ise, ayıplamasında, bir kimsenin gizli bir şeyini ortaya dökmek, hürmetini gidermek, nâmusuyla oynamak vardır. Yalan ise, Allahü teâlâya karşı gelmek, yalan ve iftirâ söz ile şeytana uymaktır. Sana bir kimse gelip, filân kimse, senin hakkında şöyle şöyle dedi, senin için şöyle şöyle yaptı dese, bu durumda şu altı şeyi yapman senin üzerine vâcib olur:
1- Tasdik etmemelisin, yânî söz getiren kimsenin sözlerinin doğruluğuna inanmamalısın. Çünkü nemmâm, yâni dedikodu yapanın şâhidliği, İslâmda kabûl edilmez. Allahü teâlâ, Hucurât sûresi altıncı âyetinde meâlen; "Ey îmân edenler, eğer size bir fâsık, bir haber getirse, onu araştırın, (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkîk edin). Değilse, bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, yaptığınıza pişmân olursunuz" buyuruyor.
2- Dedikodu yapanı men etmelisin. Çünkü dedikodu yapmak münkerdir. Kötü iştir. Münkerden nehy ise vâcibdir. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresi yüz onuncu âyetinde meâlen; "Ey Muhammed aleyhisselâmın ümmeti! Siz beşeriyyet için meydâna çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, fenâlıktan alıkorsunuz ve Allah'a îmânınızda devâm edersiniz!" buyuruyor.
3- Dedikodu edene, söz taşıyana, getirip götürene, Allah için kızmalısın. Çünkü o âsîdir, günahkârdır, fâsıktır. Günahkâra buğz ise, vâcibdir.
4- Yanında olmayan din kardeşine dedikodu yapanın sözü ile, sû-i zan etmemelisin. Çünkü müslümana sû-i zan haramdır. Haramdan sakınmak ise elbette lâzımdır.
5- Dedikodu yapanın sözüne bakıp, tecessüs etmemeli, araştırmamalısın. Çünkü Allahü teâlâ tecessüsü nehy ediyor ve Hucurât sûresi on ikinci âyetinde meâlen; "Ey müminler! Zannın çoğundan sakınınız. Çünkü, zan etmenin bâzısı günah olur. Birbirinizin kusurunu araştırmayın" buyu
İslâm târihinde, bundan önceki makâlemizde kendisinden bir nebze bahsettiğimiz Muhammed Ma’sûm (kuddise sirruh) kadar rüşd ve hidâyeti yaygın bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona talebe olup huzûrunda tövbe etmiş, talebelerinden yüz kırk bini velîlik mertebelerine kavuşmuş, yedi bini de mürşid-i kâmil (tâm ve olgun bir âlim) olarak yetişip irşâd ile emrolunmuştur.
YOLUMUZU AYDINLATANLAR
Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretleri, bu torununu kendi oğullarından saymıştır. Hattâ kitaplarını ve diğer eşyâlarını oğullarına taksim ettiği zaman, kendi oğullarına verdiği kadar bu torununa da pay verdi. Bu torununa olan şefkât ve muhabbeti yazıya ve söze sığmaz. Ebü'l-Kâsım da yüksek dedesini öyle sever, onu öyle arardı ki bundan fazlası tasavvur olunamazdı. Seven, sevdiğinin her kemâlinden pay aldığına ve mahbûba, sevdiğine uymağı kendine mutlak gerekli bildiğine ve ona uymakta elinden geldiği kadar kusur etmediğine göre onun kemâlâtına, yüksekliklerine bürünmüş olur. Bunun böyle olduğu pek açıktır. Çünkü, uyanın, uyduğu zâtın kemâlâtından, üstünlüklerinden kısa zamanda büyük pay alması pek kolaydır.
HİNDİSTAN'DA BİR MÜFESSİR
İşte Şeyh Ebü'l-Kâsım da yüksek dedesine uymakla, ona mahsus olan Ma'sûmî kemâlâtına kavuştu. O büyük zâtın üstünlüklerinden, yüksek derecelerinden pay alarak, yüce makamlara kavuştu. Sâhib olduğu bu yüksek kemâlât ile insanlara faydalı olmak, onların bu yolda ilerlemelerine rehberlik etmek üzere, icâzet (diploma) ve hilafet aldı. En yüksek mânevî derecelere çıkmak ve insanları bu derecelere kavuşturmak bahtiyarlığına ulaştı. İmâm-ı Muhammed Ma'sûm tarafından yüksek işâretlere, üstün müjdelere kavuştu. Bu müjde ve işâretler İmâm-ı Muhammed Ma'sûm'un Mektûbât'ında bulunan ve bu kıymetli torununa yazılan mektuplardan anlaşılmaktadır.
İLİM OCAĞI
Ebü'l-Kâsım, yüksek dereceler sâhibi olan amcası Muhammed Ubeydüllah-ı Serhendî'den de okuyup ilim öğrenmişti. Muhammed Ubeydüllah buyurdu ki: "İnsanlara göre, Ebü'l-Kâsım bu fakîrden ders alıyor, ilim öğreniyor. Fakat müdrike kuvveti yâni anlayış kâbiliyeti ve yaradılışındaki istidât sebebiyle öyle incelikler buluyor, öyle derin mânâlara kavuşuyor ki, sanki o ders okutuyor gibi oluyor."
VEFATI
Şeyh Ebü'l-Kâsım, yüksek dedesi Muhammed Ma'sûm hazretlerinin vefâtından üç sene sonra, Ekberâbâd beldesine gitmişti. Orada vefât etti. Cenâzesini Serhend'e getirip yüksek dedesinin yakınında defnettiler.
İSLAMDA DEDİKODU
Kenz-ül Hafi kitabında diyor ki: Hâlid bin Sinân; "Dedikoduyu kabûl etmek, dedikodudan daha kötüdür. Çünkü dedikodu; günaha yol göstermek, onu kabûl, yâni onu dinlemek ise, izin vermek, onu tasdîk etmektir. Bir şeye delâlet eden ile, onu kabûllenip, hükmeden bir değildir. O hâlde dedikodu yapanın azâbı, sâdece dedikodusudur. Eğer doğru ise, ayıplamasında, bir kimsenin gizli bir şeyini ortaya dökmek, hürmetini gidermek, nâmusuyla oynamak vardır. Yalan ise, Allahü teâlâya karşı gelmek, yalan ve iftirâ söz ile şeytana uymaktır. Sana bir kimse gelip, filân kimse, senin hakkında şöyle şöyle dedi, senin için şöyle şöyle yaptı dese, bu durumda şu altı şeyi yapman senin üzerine vâcib olur:
1- Tasdik etmemelisin, yânî söz getiren kimsenin sözlerinin doğruluğuna inanmamalısın. Çünkü nemmâm, yâni dedikodu yapanın şâhidliği, İslâmda kabûl edilmez. Allahü teâlâ, Hucurât sûresi altıncı âyetinde meâlen; "Ey îmân edenler, eğer size bir fâsık, bir haber getirse, onu araştırın, (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkîk edin). Değilse, bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, yaptığınıza pişmân olursunuz" buyuruyor.
2- Dedikodu yapanı men etmelisin. Çünkü dedikodu yapmak münkerdir. Kötü iştir. Münkerden nehy ise vâcibdir. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresi yüz onuncu âyetinde meâlen; "Ey Muhammed aleyhisselâmın ümmeti! Siz beşeriyyet için meydâna çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, fenâlıktan alıkorsunuz ve Allah'a îmânınızda devâm edersiniz!" buyuruyor.
3- Dedikodu edene, söz taşıyana, getirip götürene, Allah için kızmalısın. Çünkü o âsîdir, günahkârdır, fâsıktır. Günahkâra buğz ise, vâcibdir.
4- Yanında olmayan din kardeşine dedikodu yapanın sözü ile, sû-i zan etmemelisin. Çünkü müslümana sû-i zan haramdır. Haramdan sakınmak ise elbette lâzımdır.
5- Dedikodu yapanın sözüne bakıp, tecessüs etmemeli, araştırmamalısın. Çünkü Allahü teâlâ tecessüsü nehy ediyor ve Hucurât sûresi on ikinci âyetinde meâlen; "Ey müminler! Zannın çoğundan sakınınız. Çünkü, zan etmenin bâzısı günah olur. Birbirinizin kusurunu araştırmayın" buyu