DÜŞÜNMEK Mİ?

İnsanı insan yapan en önemli özelliği düşünmesidir. Doğduğu andan itibaren bir şeyleri algılamaya ve öğrenmeye başlayan biz insanoğlu, zaman içinde derin düşünmeyi ve sorgulamayı da öğrenir. Ancak ebeveynlerimizden aldığımız pek çok da öğrenilmiş kalıp vardır.

***

Bunun rahatına alışan insan, kendi düşünme eylemini çoğu zaman rafa kaldırır. İşin daha vahim tarafı ise fikirlerinin hep kendi fikirleri olduğunu iddia etmesidir. Elinde kendisinin düşündüğünü sandığı aslında miras olarak aldığı bir düşünce dizgesi vardır. İşte bu nokta, aynı zamanda sorunların başladığı da noktadır.

***

İnsanların yaşadığı pek çok sıkıntının ardında bu düşünce dizgemiz yatar. Olayları, durumları düşüncelerimizle şekillendirir, inanç kalıplarımızla destekler, yeni düşünce kalıpları oluştururuz. Her olay bize yenilememiz gereken kalıplarımızı hatırlatır bazen de esnememiz gereken kısımları bize gösterir.

***

Böylece düşünce dizgemiz ara ara güncellenerek ama çoğu zaman aslına sadık kalarak hayatın içine kanalize olur ve standartlarımızın oluşmasına olanak sağlar.  İnsan bu ya değişen, dönüşen, uyum sağlayan bir varlık. Ama neyi değiştiren dönüştüren, ya da ne kadar değiştirip dönüştüren?

***

Ortada çoğu zaman yeni bir düşünce olmadığına göre dönüştürebildiğimiz, kalıplarımızın devamı. Yeni gibi görünen ama yeni olmayan bir kalıp. Evet toplumsal normların devamını sağlıyor ancak bize kendi hayatımızda yeni ufuklar açmıyor. Ve bu durumun evliliklerimizdeki yansıması çoğu zaman mutsuzluğumuzun da kaynağı oluyor.

***

Seanslarım sırasında özellikle aile danışmanlıklarında ‘’hocam benim eşim çok düşüncesiz’’ cümlesini çok duyarım. Yaşadığımız olay değil de çoğu zaman o olaya yüklediğimiz anlam bize sorun yaratır. Bunu değiştirmemekte ısrar eden her kişi, hayatın akışı içinde büyük sorunlar yaşar. Temel sıkıntımız da karşımızdakinin bunu düşünerek yaptığına inanmamızdır. Herkesin düşündüğüne olan inancımız, sorunlarımızın da ana sebebini oluşturuyor ne yazık ki.

***

Temel sorunumuz düşünmeyen bir toplum oluşumuzdur. İkili ilişkilerden tutun da toplumsal her kademede bunun yansımalarını görmekteyiz. İnsanların ne kadar yorgun olabileceklerini düşünemeyiz, insanların neden işlerini bitiremediklerini düşünemeyiz, tartışmaya konu olan durum hakkında düşünemeyiz. Tek bir bakma açısıyla ilerlemeyi daha uygun buluruz. Hatta tek bir bakma açısına sahip olduğumuzu bile fark etmeyiz.

***

Her şeyden önce bu sorunu halletmek için bir perspektife sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. Eşyaların ve nesnelerin nasıl ki uzaktan bir görünüşü varsa yakından yandan arkadan önden de baktığımızda bir görünüşleri vardır. Aynı şey olaylarda da geçerlidir. Olaya hangi yönüyle baktığınız bakış açınızı belirler. İçine girmeden bakmanızla yanında durarak bakmanız arasında fark vardır. Ve tek yönlü bir bakma bizi ön yargıya, anlaşmazlıklara götürür. Olaylara bakışta perspektif kazanmak düşünce süreçlerimizde oldukça rahatlatıcı bir etki yaratır.

***

Şu durumda bizi rahatlatabilecek iki noktayı belirlemiş oluyoruz. Birincisi, Ulus Baker’in de dediği gibi insanların çoğu düşünme eylemini atlayarak eylemde bulunma derdi içinde. Bunun için de cebimizde şöyle bir sorumuz olsun: sen buna düşünerek mi karar verdin, bunu bir düşünce süzgecinden geçirdin mi? Bu soruya tam bir cevap alamasanız bile en azından karşınızdakini afallatmış olursunuz.

***

İkincisi ise insanların çoğunlukla tek bir düşünce kalıbıyla hareket ettiklerini kabule geçmek. Perspektife sahip olmamaları. Bunu için de benim en sevdiğim sorulardan biri şudur: böyle düşünmeseydin nasıl düşünürdün? Bu soru da oldukça şaşırtıcı bir sorudur çünkü karşınızdakini düşünmeye sevk eder. Yanınızdayken bunu yapmasa bile yalnız kaldığında bir şekilde düşünecektir. Düşünenlere ve düşündürenlere denk gelmeniz dileğiyle.