DİRİLİŞ
Sözler o kadar yalan ki hiçbir şeyin gerçeği yok,
Dinler misin yüreğinden gelen sesi,
Parmak uçlarınla dokunabilir misin kalbime,
Söyle bana bu his neyin nesi…
Bakışlar o kadar boş ki sözlerin tesiri yok,
Sözler o kadar yalan ki hiçbir şeyin gerçeği yok,
Hayat o kadar tatsız ki şekerlerde lezzet yok,
Kitaplar okunuyor amma anlayan yok yaşayan yok…
***
İşte gönlümden satır aralana düşen bir dörtlük. Biliyorum dört dörtlük değil lakin meramımı anlatacağım kadarıyla bana yetiyor. Yüreğini susturarak, söylediğin sözlerin ne etkisi var, gördüğün tepki ondandır. Empati kuramıyorsun kuramadığın köprülerden kalplere geçiş yapmaya çalışıyorsun.
***
Sosyal yaşantıya baktığımda yetişen yeni nesil, gençlik ve ihtiyarlar ciddi bir manevi boşluk ve materyalist bir yaşamla büyüyorlar perdelenmiş nice dinler ile hakikate ulaşmaları o kadar zorlaşmış ki bunu söylerken aynı hakikatlere ulaşmakta zorlanan biri olarak yazıyorum.
***
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu aradığınızda görüyorsunuz ki herkesin kendine ait doğruları var ve o doğrular ile büyüyorlar. Ne kadar gariptir ki herkesin doğrusu birbiri ile karşılaştığında daha büyük bir doğruya götürmeliyken ayrışmalar bölünmeler meydana çıkıyor.
***
O vakit anlıyorsunuz ki herkesin doğrusu tek bir doğruda buluşmuyor ve kuvvetler ayrılığı başlıyor. Hangi tarafın taraftarı güçlüyse liderse ağır basarsa onun dediği oluyor. Ben yazarlık mesleğini kendime seçtiğimde kendime bir söz verdim asla materyalist olmayacağım dedim ve materyalist olmamak için ciddi bir mücadele içine girdim kendimle.
Birkaç cümle ile karşılaşmıştım ki şu hayatımda o cümleyi kendime rehber ediyorum rahat ediyorum. İlk cümle: Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikatı tanımayan hayalâta sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Müvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.. diyor büyük Üstadımız.
***
Evet, öz bulunamadı mı, özden uzak meseleler, meşgul eder insanı. Bu meşguliyet insanın değerli olan hayatını değerden düşürür. Hakikat güneş gibi aşikârken tanınamaz bir hal alır zira gözler artık kapalıdır ki güneşe yok dedirtir. Kapalı gözle de doğru yolda gidilemez. Bu aşamadan sonra insan ya aşırıcı olur ya boş vermişçi.
***
Ve hayatındaki dengeyi kaybetmek takip eder o insanı, nasıl yaşaması gerekirken, o nasıl yaşar. Kendiyle beraber aldanmışlığını, aldanmamışlara da tesir ettirmeye başlar. Bu durumun nedenlerinden bir tanesini şu ifade ile açıklığa kavuştuğunu gördüm.
***
“Cehil, mecazı eline alsa hakikat yapar” diyor koca üstadımız. Anladım ki her bir hücreden en büyük galaksilere kadar her şeyde mükemmel manalar ve yaratılış dersleri hikmetleri vardır. Bu hikmetlerin yanında o manaların okunabilmesi için edebi derinlikleri görebilecek bir ilim ile bakabilmek gerekir. Aksi halde cehalet söz sahibi olur. Ve hangi fiili cehalet uygulamaya koysa, hakikat budur denilir hakikat o zan edilir.
***
Bu vahim neticenin sebebini ise şu satırlarda cevap olarak buldum. İlmin elinden eğer cehlin eline düşse mecaz, eder inkılab hakikata, hem açar hurafata kapılar. (Sözler - 716)
Anladım ki mecaz olarak ifade edilen çok derin edebi manalar faydalı meseleler mevzular var. Bu mecazı kıymetinde bırakıp değerlendiren o ilmin erbabı kimselerdir. Fakat materyalizmin etkisiyle o kadar hakikattar manalar taşıyan nice mecazlar o işin erbabı olmayanın eline geçiyor ve asıl manalar gizlenip o manadan uzak izahlar ile sunuluyor ve onarılması çok güç bir gedik açılmış oluyor.
***
Öyle ki bir dağdan yuvarlanıp gelen bir ufak kartopu bir çığ olarak düşüyor ufak bir mesele kubbe yapılıp o kubbeden okutturuyorlar ezanı. Evet cehili idare eden büyük akıl yedi yirmi dört saat çalışıyor, onların suyu da uyumuyor tüm dalgası ile akıyor.
GÖZLERDEKİ BAKIŞLAR
Bu akıntıya düştük bir kere (düşürüldük), düşmeyenlerin elini sıkı tutalım o el ilim eli olsun, o dalı uzatanların dalı kırılmasın kırmayalım lakin tuttuğunuz dalı kim uzatıyor iyi bakılsın… Bu yazar nemi yazar, gözlerdeki bakışlar ölmüş dirilişe ihtiyaç var hayyeal el felah.