DERİN İZ: ZULÜM

Zalim ve mazlum… İlki fail, beriki meful. İki sözcüğün ilki için öfke, ikincisi için merhamet duygularımız galebe çalıyor ilk anda, değil mi? Zalimin karşı taraf olduğunu düşünerek mazlum rolünde olduğumuza hükmediyoruz hemen. Zalim olabileceğimize ihtimal dahi vermiyoruz. Sözcüğün sevimsizliğinin bizde uyandırdığı duygu, öfke.

***

haksızlıklar düşüveriyor anında aklımıza ya da güç sahibi birilerinin haksız yere diğerlerini gadre uğrattığı içimizi acıtan bir olay geliyor gözlerimizin önüne. Çuvaldızı karşımızdakine batırmayı biliyoruz da öncesinde iğneyi benliğimizde hissetmemiz gerektiğini kabul edemiyoruz bir türlü. Merhametse kendimize merhamet, karşıya ne hacet.

Şimdi duygularımızı bir tarafa bırakarak bu iki kavrama mantığımızı nesnel kullanarak bakmaya çalışalım. Zalim ve mazlum sözcüklerindeki eylemin adını koyalım önce: Zulüm yani kişinin yaşamında derin izler bırakan hak gaspı. Yaşantılarımıza dönelim; hakkımızın elimizden alındığını düşündüğümüz durumlarda mazlum rolünde olduğumuz anların üzerine, birilerinin “Bana haksızlık yaptınız.” serzenişlerini koyalım.

***

İlkindeki anılarımızı kolaylıkla hatırladığımız hâlde ikincisinde zorlandığımızı göreceğiz. İtham eden değil edilen olduğumuz için aklımıza bir sürü kendimizi haklı çıkaracak gerekçeler buluyoruz. Haksızlık yaptığımızı kabul etmemek ya da edememekten kaynaklanan öznel yaklaşım. Neden nesnel bakmakta zorlanıyoruz, sorusunun cevabını dahi düşünmüyoruz.

İnsanoğlu yaşantılarında zalim de olabiliyor mazlum da. Bütün inançlardaki ilahi mesaj ise zulmün Yaradan tarafından sevilmediği yönünde. Haksızlık kelimesi zayıf kalıyor, zulmü tarif etmede. Onun için, kişinin yaşamında derin izler bırakan hak gaspı dedim. Örnekler vermektense içimizdeki masum biz’e kulak vermenizi tavsiye ederim. Mazlum rolünde olduğumuzda derin yarayı hissedebiliyor da, birinin hak gaspına sebep olduğumuzda kendimizi onun yerine koymuyor ya da koyamıyoruz. Neden? O gaspı yapmak için bir sürü bahanemiz var da ondan. Hatta yaptığımız zulüm de değil, “hak ettiğini verme”. İçimizdeki zalimin yargıç cübbeli görünümü…

***

Kişinin zahiri eli sopalıysa zamirine bakmaya gerek var mı? Kılavuza gerek yok, zira köy ufkumuzda.

Güçlü olanın hayatta kalacağı, doğa kanunu. Ancak kanunun, türdeş olmayan ve güdüleriyle hareket eden canlılar için olduğu muhakkak. İnsan ise akıl ve duygu melekeleriyle süslenmiş. İnsanın insana güçlüyüm diye, güç sahibiyim diye galebe çalmaması için “Rüzgâr eken fırtına biçer.” denmiş, “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.” diye ikaz edilmiş. “Zulm ile âbâd olanın akibeti berbâd olur.” tecrübesine dikkat kesilmesi istenmiş. Yetmemiş, zulüm bütün inançlarda ilahi mesajlarla yasaklanmış.

***

Tarafımızdan zulme uğradığını iddia edenin yerine kendimizi koyabilsek aslında mesele hallolacak. İçimizdeki zalimin sesini bastırmak, davranışlarına gem vurmak için yegâne yol bu. Devletler, toplumlar arasındaki zulme hiç değinmeden bireysel zulüm üzerinde durduğumuz bu sohbet, insan olmamızı hatırlatacak bir sonuç algısında ve çıkarımında olsa keşke. Birlikte yaşamak zorunda olduğumuz bu dünyada birbirimizin hak ve menfaatlerine halel getirmemeyi becerebilsek keşke. 

***

Mazlum olmamak için güçlü; zalim olmamak için vicdanlı…

Sigaya çekileceğimiz günler mukadder. Hazırlığımızı şimdiden yapmak lazım. Arzda neden bulunduğumuzu Karun’a bakarak Süleyman’ı hatırlayarak fark edelim.

Hiçbir şey için geç kalmış sayılmayız.

Unutmayalım vicdan imge, mizan simge…