DEPREM VE SONRASI…

Hayat bilgisi dersinde bize öğretmenimiz felaketlerin, insan eliyle yapılan felaketler ve doğal felaketler olmak üzere iki türü olduğunu, depremlerin doğal felaketler olduğunu öğretmişti.

Büyüdüğümde depremlerin doğal felaketler mi yoksa insan eliyle yapılan felaketler mi olduğu konusunda kafam karıştı. Her deprem sonrası kafam daha çok karışıyor… Deprem mi ayırır bizi sevdiklerimizden, insan eli mi koparır bizi birbirimizden…

Depremler ülkesi Japonya, 11 Mart 2011 tarihinde 8.9 büyüklüğündeki sarsıntı ile dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşamıştır. Büyük depremi takiben çıkan tsunami, yol açtığı yıkımla tüm  dünyayı dehşete sürüklemiştir.

 Japon Başbakanı’nın 11 Nisan’da yaptığı açıklamaya göre, Tohoku bölgesinin 32 km doğusunda meydana gelen ve yaklaşıl 6 dakika süren Büyük Doğu Japonya Depreminde 13.000’den fazla kişi hayatını kaybetmiş, 14.000’in üzerinde kişi kaybolmuş ve yaklaşık 150.000 kişi de tahliye edilerek merkezlerde yaşamak zorunda kalmıştır.

Deprem Japonya’nın başkenti Tokyo’da da şiddetli hissedilmesine rağmen, kuzey Urayasu dışındaki yerleşim alanlarında çok büyük zarara sebebiyet vermemiştir. Felaketteki can kayıplarının büyük çoğunluğu deprem etkisinden değil, tsunaminin yol açtığı su baskınlarından dolayı gerçekleşmiştir.

Bu felaketin başka toplumlar için şaşırtıcı yanı ise, Japon halkının tepkisidir. Japonların, olanları büyük bir tevekkülle kabullenmeleri, uygar ve düzenli bir biçimde kendilerine sunulan yardım hizmetlerinden yararlanmaları, başkalarının haklarına saygı gösteren paylaşımcı davranışları ve kayıpları için sessizce matem tutmaları, dünyada benzer durumlara verilen tepkilerden çok farklıdır.

Bir felaket anında, kendisi de mağdur durumdayken, başkalarının gereksinimine önem verme, Japoncada ‘’mono no aware’’ olarak adlandırılır. Bu tutum, Japonların yapılacak bir şey olmadığında, onu olduğu gibi kabullenmenin gerekliliğine ve yaşamda hiçbir şeyin kalıcı olmadığına dair sahip oldukları toplum bilincine dayanır.

Batı değerlerinde insanın temel hedefi, acı ve sıkıntı verici deneyimlerden olabildiğince uzaklaşarak, haz verici deneyimlere yönelmektir. Bu algı kişiyi, gerçekliği yadsımak için çılgınca bir çabaya sürüklemektedir.

Japon değer sistemine göre, değiştirilemez olana direnmek ve insan ömrü gibi geçici olanı kalıcı kılmaya çalışmak, acı çekmekten başka bir sonuç vermez. Bu tutum, gerçekliği bilinçsizce reddetmek değil, tam tersine, gerçeği olduğu gibi kabullenip, onu en iyi biçimde yaşanılır hale getirmek için çaba sarf etmek demektir.