Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kadına şiddet, insanlığa ihanettir
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Kadına yönelik şiddet, insanlığa ihanettir. Eşrefi mahlukat olan insana, özellikle de kadınlara yönelik şiddet kabul edilemez bir vandallıktır” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Kadına yönelik şiddet, insanlığa ihanettir. Eşrefi mahlukat olan insana, özellikle de kadınlara yönelik şiddet kabul edilemez bir vandallıktır” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Kadına Yönelik
Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" programında konuştu.
Erdoğan'ın konuşmasının satır başları şöyle;
Kadına yönelik şiddet eylemlerinde hayatlarını kaybetmiş tüm
kardeşlerimize bir kez daha Allah'tan rahmet niyaz ediyor, ailelerine ve
yakınlarına sabırlar diliyorum. Doğrudan ve dolaylı olarak şiddete uğramış, acı
çekmiş, sıkıntı çekmiş her bir kadın için büyük bir kırılma noktası olan bu
vahim durumu başkalarıyla paylaşmış veya paylaşamamış tüm kadınlara geçmiş
olsun diyorum. Bir eş, bir baba ve Türkiye Cumhurbaşkanı olarak ülkemizdeki ve
dünyadaki tüm kadınların onurlarını, onurluca yaşama haklarını koruma
mücadelelerinde daima yanlarında olacağımı tekrar ifade ediyorum.
Biz bugün burada bu programı gerçekleştirirken maalesef
sınırlarımızdan birkaç yüz kilometre uzaklıkta aylardır büyük bir soykırım
devam ediyor. İsrail'in Gazze'ye yönelik 14 ay önce başlattığı saldırılarda
bugüne kadar 50 bine yakın Filistinli kardeşimiz şehit oldu. Hayatını kaybeden
Filistinlilerin yüzde 70'den fazlasını ne yazıkki masum çocuklar ve kadınlar
oluşturuyor. Lübnan'a uzanan İsrail saldırganlığının en büyük mağdurları da
yine kadın ve çocuklar. Gözü dönmüş Netanyahu hükümeti öldürmekten zevk alan
seri katiller gibi her gün onlarca kadını, çocuğu, yaşlığı, bebeği hunharca
katlediyor. Bu katliam bu zulüm dünyanın gözü önünde, dünyanın sessiz ve
tepkisiz bakışları altında tam 14 aydır adım adım ilerliyor. Katliam
şebekesinin barbarlıkları karşısında Filistinin onurlu, gururlu kadınları
kararlı mücadeleleriyle zalime boyun eğmeyen asil duruşlarıyla bombaların
altında umudu ve kıyamı büyüten imanlı yürekleriyle tüm dünyaya, tüm kadınlara
örnek oluyorlar.
Buradan uluslararası kuruluşların, medyanın, bize her
fırsatta insan hakları dersi veren batılı devletlerin sırtını döndüğü Gazzeli,
Filistinli, Lübnanlı kadınlara şu mesajı tüm samimiyetimle iletmek istiyorum;
Şiddete uğrayan tüm kadınlarla olduğu gibi sizinle de tam bir dayanışma
halindeyiz. Türkiye olarak devleti ve milletiyle, kadını ve erkeğiyle 85 milyon
tüm vatandaşlarıyla sizlerin yanındayız. İçinde bulunduğunuz şartlar ne kadar
zor ve ağır olursa olsun, şunu lütfen aklınızdan çıkarmayınız. Sadece bu
salonda bulunan hanım kardeşlerimizin değil, Türkiye'nin tüm kadınlarının
kalpleri de şu an sizlerle birlikte atıyor. Sizin için çarpıyor, sizin için dua
ediyor, Filistin'in kurtuluşu için mevlaya niyazda bulunuyor. Lafa gelince
demokrasi ve insan hakları konusunda aslan kesilenler, sizin arşa yükselen
feryatlarınıza kulaklarını tıkasa da, söz konusu sapkın akımlar olunca ortalığı
ayağa kaldıranlar, 14 aydır İsrail vahşeti karşısında üç maymunu oynasa da, biz
sizi asla unutmayacağız, sizi yalnız ve çaresiz bırakmayacağız.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımıza hem bu güzel buluşma
hem de kadına yönelik şiddete karşı çabaları dolayısıyla teşekkür ediyorum.
Türkiye köklü vakıf geleneğinin de bir sonucu olarak hamdolsun çok güçlü ve
yaygın bir sivil toplum ağına sahiptir. İnsana ve hayata dair her konuda
vakıflarımız, derneklerimiz, gönüllü teşekkürlerimiz gerçekten olağanüstü
çalışmalar ortaya koyuyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele hiç şüphesiz
bunların en başında geliyor. Bir insanlık suçu olarak gördüğümüz kadına yönelik
şiddetin kökünü tamamen kazınması için faaliyet gösteren sivil toplum
kuruluşlarımızı da burada tebrik ediyorum. Filistin'i yalnız bırakmayacağız.
"KADINA YÖNELİK
ŞİDDET VANDALİZMDİR"
Gerek kamu bürokrasisi, gerek sivil toplum, gerekse medya,
gerekse siyasi partilerimiz bünyesinde kadına yönelik şiddetle mücadeleye
destek veren, bu mücadelenin aynı zamanda bir insanlık davası olduğuna inanan
tüm kardeşlerime en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Şurası tartışmasız bir gerçek
ki, Türkiye'de başta şiddet olmak üzere kadınlarla ilgili kritik konuların
bugün geldiği yerde bakanlığımızın ve sivil toplumun çok büyük rolü, katkısı,
emeği vardır. Daha önce konuşulması dahi mümkün olmayıp konuşulsa bile çözüme
kavuşturulması hayal olan nice meseleyi el birliği içinde hal yoluna koyduk.
Her zaman şunu söyledik: Kadına yönelik şiddet insanlığa ihanettir. Eşref-i
mahlukat olan insana, özellikle de kadınlara yönelik şiddet kabul edilemez, bir
vandalizmdir. Böyle bir yola teveccüh eden, bu ihanetin içine giren, kadına el
kaldıran, fiziki ya da psikolojik şiddet uygulayan herkes hak ettiği cezayı
mutlaka çekmelidir. Bunu temin etmekte devletin asli görevidir.
"ÜLKEMİZ KADINA
YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE EN KRİTİK EŞİĞİ AŞTI"
Bu anlayışla göreve geldiğimiz ilk günden beri her biri
kendi alanında devrim niteliğinde pek çok adım attık. Bireysel, sosyal, ailevi,
iktisadi ve siyasi düzlemde kadınların haklarını güçlendirecek, onları
destekleyecek sayısız projeyi devreye aldık. 2012 yılında çıkardığımız ailenin
korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun hukuki
düzenlemelerimizin en önemlisiydi. Bu yasanın çıkmasıyla ülkemiz kadına yönelik
şiddetle mücadelede en kritik eşiği aştı. Devletimizin şiddete sıfır tolerans
politikası çok güçlü bir hukuki zemine kavuşmuş oldu. Şunu burada açık açık
ifade etmek isterim. 6284 sayılı kanun kadına karşı şiddetle mücadele edenin
çerçevesini başka hiçbir sözleşmeye veya belgeye ihtiyaç hissettirmeyecek
şekilde kesin ve kati olarak çizmiştir. Muhalefetin İstanbul Sözleşmesi
üzerinden ısrarla yürütmek istediği sanal tartışmaların hiçbir dayanağı yoktur.
Sözleşme yaşatır sloganı da marjinal kesimlerin ideolojik kavga aparatı olma
dışında hiçbir anlam taşımıyor. Esasen bu sloganların arkasına saklananlar bize
örnek gösterdikleri batılı ülkelerdeki vahim tabloyu ya bilmiyor ya da bilmek,
görmek istemiyor.
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği genelinde ilk kez
uygulanacak kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadeleye ilişkin
direktifi bu yılın ortalarında kabul etti. Direktifi yayınlanma sebebi birlik
üyesi ülkelerin kadına yönelik şiddetle mücadeleyi iç mevzuata aktarmada hızlı
hareket etmemesi ve var olan mevzuatlarında yeterli düzenlemeleri yapmamasıydı.
Parlamento üye devletlere hükümleri uygulamak için üç yıllık süre tanıdı.
İstanbul Sözleşmesini imzalayan ülkelerin yarısından fazlası metne çekince
koymuş, yedi ülke ise iç hukukunda hiçbir düzenleme yapmamıştır. Diğer bazı
ülkeler ise bu konuda son derece kısmi düzenlemeler yapmıştır.
Türkiye sözleşmeden çekilmesine rağmen hem iç hukuk
mevzuatında hem de 6284 sayılı kanunla konuyu kapsamlı ele alan ikincil
mevzuatıyla bu mücadeledeki eksiklikleri tamamlamış yegane ülkedir. Avrupa'da
Türkiye dışında bu hususta müstakil kanun yapan başka bir ülke bulunmuyor. O
zaman da söyledik. Bugün tekrar altını çizerek vurguluyorum. Muhalefetin
iddialarının aksine sözleşmeden çekilme ile hükümetimizin kadına yönelik
şiddetle mücadele iradesi arasında hiçbir illiyet bağı yoktur. Bakınız
2005'teki kapsamlı Türk Ceza Kanunu düzenlemesine kadar kadına yönelik şiddet
suç olarak tanımlı değildi. Bu adım her türlü şiddetle mücadeledeki
kararlılığımızı asla eksiltmemiş, geriye götürmemiş, asla törpülemiştir.
Türkiye 2011'den önce olduğu gibi 2020'den sonra da ihtiyaç duyulan yasal
düzenlemeleri yapmıştır.
"KADINA KARŞI
ŞİDDET NİTELİKLİ SUÇ HALİNE GETİRİLDİ"
Burada şunu da ifade etmek durumundayım. Bize bu iftiraları
atanlar maalesef hükümetlerimizin bu süreçte hayata geçirdiği her biri bir
dönüm noktası olan gerçekleri de gizlemektedir. Bakınız 2005'teki kapsamlı Türk
Ceza Kanunu düzenlemesine kadar Ceza Kanununda kadına yönelik şiddet suç olarak
bile tanımlanmıyordu. Kadına karşı şiddet AK Parti iktidarında tanımlanarak
nitelikli suç haline getirildi. Bu suçun katalog suç haline getirilmesi,
boşanılmış eşe karşı işlenen suçun tıpkı nikâhlı eşe işlenmiş gibi ceza alması,
iyi hal indirimini uygulamasının kaldırılması gibi adımlar da 2020'den sonra
atılmıştır. Hasılı, Avrupa Parlamentosu'nun 51 maddelik direktifinde belirtilen
bütün hususlar gerek 6284 sayılı kanunla gerek iç hukuk düzenlemeleriyle
ülkemizde kat be kat fazlasıyla yerine getirilmiştir. Öyle ki, direktifte dahi
olmayan KADES, ihtiyaç halinde mağdurun kimliğinin ve adresinin
değiştirilmesiyle elektronik kelepçe gibi tedbirleri biz şu an uyguluyoruz.
Dolayısıyla sözleşme değil kanunlar yaşatır.
"BAŞÖRTÜSÜ
YASAĞI NEDENİYLE ÜNİVERSİTEYE GİDEMEYEN KIZLARIMIZIN MAĞDURİYETLERİNİ BİZ
GİDERDİK"
Bunun yanında kadına yönelik şiddetle mücadele için
hazırladığımız eylem planlarını kararlılıkla takip ediyoruz. Şiddet önleme ve
izleme merkezlerimizle, sosyal hizmet merkezlerimizle, kadın konuk evlerimizle,
mağdur destek sistemimizle ve eğitim çalışmalarımızla bu alanda takdir edilen
bir yere geldik. Yine bu süreçte kadınlara yönelik toplumumuzda yerleşmiş dini
ve kültürel hiçbir temeli bulunmayan yanlış algılarla, yanlış davranış
biçimleriyle de yoğun bir şekilde mücadele ettik. Bir diğer tarihi başarımız
kadınların eğitimleriyle arasına giren engellerin ve yasakların ortadan
kaldırılmasıdır. Başörtüsü yasağı sebebiyle liseye ve üniversiteye gidemeyen
kızlarımızın mağduriyetlerini biz giderdik. CHP'li yöneticilerin son günlerde
safsata dediği güya yalan olduğunu iddia ettiği zulümlere bu ülkede biz son
verdik. Kılık kıyafeti sebebiyle okulundan, memuriyetinden, kamu görevinden
atılan on binlerce 28 Şubat mağduruna haklarını tekrar iade ettik.
"BİR DAHA 28
ŞUBAT'LARIN YAŞANMAMASI İÇİN HER TÜRLÜ ÖNLEMİ ALDIK"
Kız çocuklarının okullaşma oranlarında yaşanan ciddi artış,
kadınların iş gücüne katılım oranlarının sürekli yükselmesi, siyasette ve
bürokraside kadınların daha fazla pay sahibi olması, ülkemizdeki öğretmenlerin
yüzde 60'ının, akademisyenlerin yarısından fazlasının, üniversite
öğrencilerinin yüzde 51'inin kadınlardan oluşması, yasakçı zihniyete karşı
verdiğimiz mücadelenin semerelerinden sadece birkaçıdır. Tüm bu başarıları da
kadınların çektiği acılara safsata diyen CHP'ye ve CHP'nin kadın düşmanı
politikalarına rağmen elde ettik. İnşallah çok daha iyi konumlara geleceğiz.
Bir daha bu ülkede 28 Şubatların yaşanmaması ve kadınların benzer zorbalıklara
maruz kalmamaları için her türlü önlemi aldık, alıyoruz. Bundan sonra da
ihtiyaç hasıl olması halinde her türlü tedbiri alacağız. Kadınlara dönük
şiddete hiçbir surette geçit vermeyen, şiddetsiz bir Türkiye yüzyılı hedefine
ulaşana kadar bu yolda sabırla yürüyeceğiz.
"DİYARBAKIR ANNELERİNİN
FERYATLARINA KULAK TIKAYANLARIN SAMİMİYETİ ELBETTE SORGULANIR"
Kadınlara anne, eş ve kız çocuklarına şiddet uygulayanların,
ayrımcılık yapanların veya hayattan dışlayanların insani, vicdani, kutsal
değerlerden bahsetme hakkı olamaz. Bunların en başında bölücü terör örgütüne
şaşı bakanlar vardır. Şunun bir defa anlaşılması lazım. Kadına şiddetin
konuşulduğu her platformda şayet kadınların canına kast edenlerle, genç
kızlarımızı zorla dağa kaçıranlarla, onları zorla ölüme ve öldürmeye
gönderenlerle ilgili tek bir cümle kurulmuyorsa ortada büyük bir ikiyüzlülük
vardır demektir. Bölücü terör örgütündeki tecavüzden infaza, her türlü insan
hakkı ihlalini görmezden gelenlerin meselesi asla kadınlar olamaz. Kadınların
hak ve hukuku olamaz, özgürlüğü hiç olamaz. Yıllardır ciğer parelerine yeniden
sarılmak için mücadele veren Diyarbakır annelerinin feryatlarına kulak
tıkayanların samimiyeti elbette sorgulanır.
CHP lideri Özel, iradesini bölücü örgütün komiserlerine
teslim edenlerle dayanışma sergilemek için koşarak yanlarına giderken yüreği
yanık Diyarbakır annelerinden bir selamı niçin esirgiyor? Kadın haklarını
İstanbul Sözleşmesi'ne sıkıştıran CHP yönetimi neden bu kahraman annelerin
acılarını yıllardır bilgane kalıyor? 28 Şubat'ta yüz binlerce kadının çektiği ıztırabı,
maruz kaldığı zulmü inkar etmek soruyorum CHP'ye ne kazandıracak? CHP faşizmin
tarihiyle ne zaman yüzleşecek? Tahrik siyasetini ne zaman terk edecek? Ne zaman
millet ve milletin değerleriyle barışacak? Kadın düşmanı söylemleriyle ne zaman
vedalaşacak?
Görüyoruz ki eski genel başkanın parti içi darbeyle emekliye
sevki ve seçim sürecini tamamlanmasıyla birlikte CHP'nin helalleşme tiyatrosu
da tümden rafa kaldırıldı. Kadın ve çocuk katili bölücü terör örgütünün
arkasında duranların bugün özgürlükten bahsetmelerini milletimiz gibi biz de
zaten kale almıyoruz. Şuraya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Türkiye'de
kadına şiddete karşı duruşun samimiyet testi teröre karşı kararlı, dirayetli ve
cesur bir tavır sergilemektir. Kandil'deki kadın düşmanı terör baronlarına ses
çıkaramayanların açık söylüyorum bu testten geçmesi de mümkün değildir.
Toplumsal huzurumuzun altını oyan alkol ve kumar bağımlılığı
şiddet vakalarında da önemli bir faktördür. Aile kurumumuzun, ahlaki yapımızı,
evlatlarımızın ve milletimizin geleceğini tehdit eden içki ve uyuşturucu
bağımlılığı, kumar ve bahis gibi marazların önüne geçmediğimiz müddetçe kadına
yönelik şiddetin de önünü tam anlamıyla kesemeyiz. Araştırmalar şiddet ve
bağımlılık arasında doğrudan bir irtibat olduğunu çok net biçimde ortaya
koyuyor. Birinin diğerini tetikleyip beslediğini ve nihayetinde kısır bir
döngüye girildiğini çok net biçimde ortaya koyuyor. Bugün karşı karşıya
olduğumuz aile içi şiddetin, davranış bozukluklarının, psikolojik sorunların,
travmaların ve daha nice problemin içki ve kumar bağımlılığıyla derinleştiği
bir gerçektir. Hal böyleyken muhalefet bu tehlikeyi görmezden gelmekte, alkol
ve kumar bağımlılığının yol açtığı felaketlere karşı gözlerini kapatmaktadır.
"TEK PARTİ
FAŞİZMİ YILLARDIR MİLLETE İLLALLAH DEDİRTTİ"
31 Mart sonrası el değiştiren kimi belediyelerin ilk
icraatlarından birinin alkol tüketimini özendirici adımlar olması asla iyi
niyetli bulmuyoruz. Çok açık ve net söylüyorum. Bunlar yıllardır bu ülkeye
dayatılan bizim vitrin modernleşmesi dediğimiz jakoben modernleşme algısının
tezahürlerinden ibarettir. Tek parti faşizmi yıllardır millete illallah
dedirtti. Ne kadar uygulama varsa daha sinsi yöntemlerle bugün de tedavüle
konulmak istenmektedir. Muhalefet zihniyet itibarıyla 1940'larda takılıp kalmış
durumdadır. Vazla, dansla, kadeh tokuşturmakla modern olacağını zannedenler
artık batının bile terk ettiği arkaik bir ideolojinin adeta son
temsilcileridir. Elbette bu ülkede herkesin, her vatandaşımızın, her
insanımızın hayat tarzı anayasamızın güvencesi altındadır. Başkalarının
özgürlük alanına girmediği müddetçe istediğini giymekte, söylemekte,
tüketmekte, istediği gibi davranmakta serbesttir. Ama 1940'ların faşizan
uygulamalarının çağdaşlık kılıfıyla tekrar millete dayatılmasına da eyvallah
diyemeyiz.
"İNSANIMIZIN
YAŞAM TARZINA MÜDAHALE ETMEDİK"
Hukuk ve demokrasi zemininde eleştirilerimizi dile getirmek
tepkimizi ortaya koymaktan asla çekinmeyiz. Biz yarım asrı bulan siyasi
hayatımızın her safhasında bunu yaptık. İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığımızdan Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı'na kadar milletimizin
takdiriyle geldiğimiz her görevde insanımızın yaşam tarzına müdahale etmedik.
Kimsenin de bize bir dayatmada bulunmasına bu milleti hor görmesine üsttenci
bir dille bu millete had bildirmesine rıza göstermedik. Ne hak yedik ne de
hakkımızın yenilmesine izin verdik. Bugün de aynı yerdeyiz. Aynı hassasiyetle
hareket ediyoruz. Doğruluktan sapmıyor, yanlış bulduğumuz uygulamaları da açık
yüreklilikle ifade ediyoruz. Muhalefetin de bizimle aynı çizgiye gelmesini
millete karşı dayatmalara girmekten uzak durmasını arzu ve ümit ediyoruz.
"DİZİLER KÖTÜ
BİR ROL OYNUYOR"
Diğer taraftan kadına şiddet konusunda sinema ve dizi
sektörünün de artık kendine bir çeki düzen vermesi gerektiğine inanıyorum. Bu
konuda toplumu bilgilendirici olması gereken diziler tam tersine şiddeti teşvik
eden, meşrulaştıran, araçsallaştıran kötü bir rol oynuyor. Bunun engellenmesi
noktasında hepimize özellikle de yapımcılara, senaristlere, medya organlarına
ve RÜTÜK'e sorumluluk düşmektedir. Bir kez daha kadına yönelik şiddetle
uluslararası mücadele gününün ülkemizdeki ve dünyadaki tüm kadınlar için
hayırlara vesile olmasını diliyorum. Türkiye'nin kadınlarının tarih boyunca
olduğu gibi bugün de dirayetleriyle, çalışkanlıklarıyla, mücadele azimleriyle,
şefkat ve merhametleriyle tüm dünyaya örnek olacaklarına inanıyorum.
AA
KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sadık Gardiyanoğlu, sosyal hizmet politikalarında Türkiye'deki çalışmaları örnek aldıklarını söyledi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Antalya’da AK Parti Kepez İlçe 6. Olağan Kongresi’nde konuştu. Tunç, “Siyasi ömürleri hakaretle geçti. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a kötü söz söylemekle geçti. Ama bir türlü akıllanmadılar ve siyasi partilerdeki genel başkanlıkları bitti” dedi.
AK Parti Antalya Milletvekili Tuba Vural Çokal, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda CHP'li Manavgat Belediyesi’ni sert sözlerle eleştirdi. Çokal, 15 yıldır halkın sağlığını hiçe sayan bir yönetim anlayışının hüküm sürdüğünü ifade ederek, belediyenin sağlık yatırımları için hiçbir girişimde bulunmadığını söyledi.
AK Parti Antalya'da 8. Olağan İlçe kongreleri tüm hızıyla sürerken son olarak Kepez ve Demre’nin ilçe başkan adayları belli oldu.
AK Parti Elmalı 8. Olağan İlçe Kongresi’nde mevcut başkan Yunus Emre Coşkun yeniden başkan seçildi.
AK Parti Antalya Milletvekili Kemal Çelik, Serik’te hal esnaflarını ziyaret ederek, taleplerini dinledi.
CHP'li Konyaaltı Belediyesi’nde maaşları yarıya düşürülen işçiler, geçim sıkıntısını protesto etmek amacıyla "yarım maaş, yarım simit" eylemi gerçekleştirdi. Belediye Başkanı Cem Kotan ise işçilere dayanışma mesajları vererek, "Her zaman emekçimizin yanındayız, bu süreci dayanışmayla atlatacağız" dedi. Ancak, bu açıklamalar, somut bir çözüm sunmayan retorikten öteye gitmedi.
Korkuteli Belediyesi'nde dikkat çeken iddialar gündeme bomba gibi düştü. Eski Belediye Başkanı Ömer Niyazi İşlek, mevcut yönetimi "çakma belediye başkanı" olarak nitelendirerek, halkın seçmediği bir kişinin belediye başkanlığı görevini yürüttüğünü savundu. İşlek, belediyede çalışan hamile bir personelin ücretsiz izne çıkarılmasının ardından yerine akrabalarının işe alındığını öne sürdü.
KKTC'nin 41'inci kuruluş yıl dönümü nedeniyle Cumhuriyet Meydanı'nda bulunan Ulusal Yükseliş Anıtı'nda çelenk sunma töreni düzenlendi.
MHP Antalya Milletvekili Hilmi Durgun, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2024-2025 bütçe görüşmeleri sırasında Türkiye’nin istihdam ve sosyal güvenlik politikalarına dair bazı önemli konulara dikkat çekti. Durgun, toplumun her kesimine insana yaraşır iş olanakları sunmanın ve sosyal güvenlik sistemindeki hakları geliştirmenin toplumun refahı açısından önem taşıdığını vurguladı.
© Copyright © 2022 Lider Gazete, Sitemizde bulunan yazı, video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz