ÇOCUKLARIMIZA ‘AYNA’ OLALIM
Bilim insanları kişiliğin yüzde yetmişinin altı yaşına kadar
oluştuğunu söylüyor. Ortalama yaşın yetmiş beş olduğunu varsayarsak geri kalan
altmış dokuz yıla yüzde otuzu kalıyor. İlk altı yaş bunun için altın çağ olarak
adlandırılıyor. Altın çağın farkında olan ebeveynler, çocuklarının bu çağda
güzel alışkanlıklar kazanması için kendilerince ellerinden geleni yapıyor.
***
Söz gelimi yalan söylemenin çok kötü olduğunu, kitap
okumanın çok güzel bir eylem olduğunu söylüyor ve bunu davranışsal olarak da
çocuklarına yansıtmaya çaba gösteriyor. Peki ya ebeveynin alışkanlıkları
söyledikleriyle örtüşmüyorsa… O halde bu çaba yeterli olur mu? İşte burada
biraz durup düşünmek gerekiyor.
İnsanın ilk öğretmenleri anne babalarıdır. Genetik
özellikleri anne babadan alan çocuklar kişilik oluşumunda da ebeveynlerinin
davranışlarını izliyor ve süreç içerisinde bu davranışları içselleştiriyor.
Yalan söylemenin çok kötü olduğunu, inancımıza göre de günah olduğunu yeri
geldiğinde çocuğuna söyleyen anne baba, çocuğunun yanında farkında olmadan
yalan söylediğinde çocuk, anne babaya ya da söylediklerine olan güvenini
sorgulamaya başlıyor.
***
Yalan eylemi devam ettikçe çocuktaki sorgulama, yerini,
yalanın söylenebileceği, onun çok kötü bir şey olmadığı kalıcılığına bırakmaya
başlıyor. Bu durum devam ettikçe ebeveyn olarak siz artık ne derseniz deyin
para etmiyor. Nasıl etsin ki? Önündeki tablo, biraz önce yüzüne güldüğü, ona
olan dostluğunu anlattığı arkadaşının arkasından dedikodusunu yaptığını
gösteriyor.
Para her şey değil, diye çizilmeye başlanan portrede fırça
biraz sonra, şu’yumuz olsun, yetmedi bu’yumuz da olsun açgözlülüğünü öne
çıkarmaya başlıyor. Kitap okumanın çok güzel bir davranış olduğunu anlatma
amacı güden resim, yerini elde telefon, bırakın çocuğunu, evdeki yaşam ortaklarının
varlığından habersiz bir görünüme çevirmeye başlıyor. Sözler pozitif ama
maalesef davranışlar negatif…
***
Yedi yaşındaki çocuk evde dört yaşındaki kardeşini dövüyor.
Baba geliyor, niye kardeşini dövüyorsun diye abiye bir tokat… Baba sözüyle bir
şey söylüyor, davranışıyla başka bir şey. Abiye göre kardeşi yaramazlık yaptı,
babaya göre abi… Çık işin içinden şimdi.
Güzel alışkanlıklar kazandırılmaya çalışılan çocuğun tabiatı
sizce söylenene göre mi gördüğüne göre mi şekillenecektir? Sonra bu çocuk kime
çekti şikâyetinin bilindik cevabı, dayı ya da hala suçlaması ne kadar gerçekçi
olacak?
***
Alışkanlıklarımızın çocuklarımızı etkilediğinin hatta onlara
sirayet ettiğinin farkında olmak lazım. Altı yaşına kadar olan dönemin,
çocuklarımızın altın çağı olduğunun bilincine varmak lazım. “Kır atın yanında
duran ya huyundan ya suyundan.” sözünün, bu dönemde yadsınamaz rol oynadığını
anlamak lazım. Suç göçermek yerine çocuklarımızın bize benzemekte olduğunu
kabul etmek lazım.
En azından kötü olduğunun bilincinde olduğumuz
alışkanlıklarımızın kölesi olmak yerine irademizin efendisi olmanın
kararlılığını göstermek, atı alanın Üsküdar’ı geçmesine izin vermemek
olacaktır. Hem kendimiz ama özellikle çocuklarımız için...
***
Birey olmaya başlanan yaşlarda, yanlış davranışlarla
toplumsal yaşama katılmaya başlayan çocuklarımızın çevresine de zarar vermeye
başladığını görüp üzülmeyelim. Hayattaki en değerli varlıklarımız olan
çocuklarımızın erdem dediğimiz insani değerlerle yetişmelerinin bizden
geçtiğinin artık farkında olalım.
Kişilik oluşumunun yüzde otuzunun hâlâ dışarıda olduğunu da
unutmayalım. Çocuklarımızın güzel arkadaşlıklar kurabilmesi için onları
yönlendirelim. “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”
etkileşiminin olumlu olabilmesi için gerektiğinde arkadaş çevresini izleyelim.
Kaşığımıza geleni beğenmiyorsak aşımıza ne doğradığımıza
bakalım.