CENNET VE CEHENNEM
Tövbe etmeden, günahkâr olarak ölen ve Allah’ın kendisini
affetmediği müminler Cehennem’de ebedi olarak kalmazlar. Kendilerine günahları
kadar azap edilir. Sonra da oradan kurtulup Cennet’e girerler ve orada ebedi
kalırlar.
Bu konuya ışık tutan ayetler şöyledir: “Artık o ateşten
sakının ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. O kâfirler için
hazırlanmıştır.” “Kâfirler için
hazırlanan ateşten korkun.” “İmandan
sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tövbe etmezse, işte onlar, zalim
olanların ta kendileridir. O halde, “Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah,
tövbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.”
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka
günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün
sağıtmıştır”
***
Bu ve benzeri olan diğer ayetlerin, konuyla ilgili
hadislerle beraber değerlendirilmesi sonucunda şu netice ortaya çıkmaktadır:
Yüce Allah, zerre kadar iman ile ahrete intikal eden müminleri bile ya bir
müddet cezalandırdıktan sonra, ya da tövbe, kefaret, iyi ameller, musibetlere
sabır gibi sebeplerle yahut da böyle bir sebebe dayanmaksızın affetmekte,
bağışlamaktadır. İmansız olarak, inkâr ve şirk içinde hayatını tamamlayanları
ise bağışlamayacağı bu ayetlerden kesin olarak ortaya çıkmaktadır.
Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden
(böyle bir din) asla kabul edilmeyecek
ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. Dinin esasına taalluk eden temel
prensipler, vahye dayanan bütün dinlerde aynıdır. Değişiklikler daha ziyade
ibadetler ve beşeri münasebetler konusunda olup, insan topluluklarının tekâmül
etmiş olmasının bir sonucudur. İslam dini, daha önceki peygamberlere gönderilen
ve esasa taalluk eden dini prensipler bakımından kendisine aykırı olmayan bütün
inanç sistemlerini (ki bu sistemlerin bütünü yalnızca İslam’dır) kabul eder.
***
Ancak, İslam dini, ilahi dinler zincirinin son halkası ve
devrinin insanlığının manevi, ahlaki ve içtimai ihtiyaçlarını eksiksiz
karşılayan yegâne din olduğundan, İslam geldikten sonra başka bir din tanıyan,
bir yol tutan kimsenin bu tutumu ile İslam’a aykırı davranmış olduğu aşikârdır.
Şu halde onun bu dininin ve bu yolunun İslam dini nezdinde bir geçerliliği
olamaz.
Bu yüzden yukarıda da bir kısmı açıklandığı gibi, “iman
etmelerinden, Resulün hak olduğuna şahadet getirmelerinden ve kendilerine
apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl
hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”
***
Bu, korkunç bir uyarıdır; içinde zerre kadar iman taşıyan,
işin hem dünyada hem de ahiretteki önemini kavrayan her kalbi titretir. Bu,
kendisine kurtuluş imkanı tanındığı halde ondan bu şekilde yüz çevirenlere
gerçekten uygun bir cezadır. Fakat İslâm, bununla beraber tevbe kapılarını açık
bırakıp, tevbe etmek isteyen sapıkların yüzüne bu kapıyı kapamıyor.
***
Gelip bu kapıyı çalmasından başka bir yükümlülük de
getirmiyor. Kişi O'na doğru yönelip yaklaşmaya çalıştığında, önünde hiçbir
engel bulunmadığını görecektir. Yeter ki güven veren sığınağa gelsin ve güzel
işler yapmaya koyulsun. Ve böylece, tevbenin, gerçekten pişmanlık duyan bir
gönülden kaynaklandığını göstersin.
***
Ancak, bundan sonra tövbe edip yola gelenler başka. Çünkü
Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra
inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve
işte onlar, sapıkların ta kendisidirler. Gerçekten İnkâr edip kâfir olarak
ölenler var ya, onların hiçbirinden –fidye olarak dünya dolusu altın verecek
olsa dahi– kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç
yardımcıları da yoktur” bu duruma
düşmemeye çalışılmalıdır.