BÜROKRASİ VARSA VALİ OLSAN NE YAZAR
Bir ülkede
BÜROKRASİ varsa ve toplumun en yetkilileri bile BÜROKRASİ HAZRETLERİNE
takılıyor ve yakınıyorsa gerisini siz düşünün…
Her daim BÜROKRASİ
yani BÜROKRATİK ENGELLER azami dereceye inecek diye bir beklentiye girersek
sonu hüsran ile bitiyor.
Hepimizin
kitaplardan okuduğu BÜROKRASİ, hizmetlerin gelmesine aracılık eden ve vatandaşın
işini kolaylaştırmak için vardır. Fakat bu bizde maalesef öyle değil.
Her ne kadar
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, vatandaşın önünden bu BÜROKRASİ
HAZRETLERİNİ kaldırmak istemesi ve didinip çırpınmasına rağmen maalesef altta
işler tam tersi.
Bizdeki BÜROKRASİ kırtasiyecilik
ve vatandaşa engel çıkartmakla neredeyse eş anlamlı bir şey. İster vatandaş ol
ister en yetkili zat BÜROKRASİ HAZRETLERİ varsa fark etmiyor.
Çünkü armudun
sapı, üzümün çöpü, yok fotokopi, yok rapor, yok onay derken vatandaş GEBERSE
bile BÜROKRASİ HAZRETLERİNİN umurunda olmuyor.
Şimdi sizlere bir
örnek vereceğim. Hem de dünkü yazımda bir kez daha belirttiğim olayla yaşanan
ve yaşatılanlar gibi. İnanın okuyunca ne demek istediğimi çok iyi
anlayacaksınız.
LİDER GAZETE olarak 7 Eylül’de eski hostes ve yıllar önce şizofreni tanısı konulan 60 yaşındaki Sibel Baltacıbaşı’nın yaşam öyküsünü gündeme getirdik.
Sibel Hanım,
rahatsızlandıktan sonra sokaklarda yaşamını sürdürüyordu. Lara (Metin Kasapoğlu
Caddesi eski Mezbaha Kavşağında) yolundaki bankamatiklerin yanında!
Biz hem gazetede
hem de televizyonda yayınladığımız haberlerle, Sibel Hanım da çaresiz haliyle
ortada kala kaldı. Bir Allah’ın kulu elini Allan rızası için uzatmadı, dönüp
bakmadı.
Biz de bu sırada vasi olarak atanan Avukat Baykal Koçum ile neler yapabiliriz araştırmaya koyulduk. Lakin BÜROKRASİ HAZRETLERİ her dem karşımıza çıktı.
Ben bu satırlardan
bir kez daha konuyu gündeme getirdim. Bu şehrin idarecileri oralı bile olmadı.
Ya konserlerde ya eğlencelerde lacivert takımları ile boy gösterdiler.
Baktım olacak gibi
değil. İçim sızlaya sızlaya bir kez daha konuyu buradan 13 Eylül’de ‘BU İŞİN
ÇÖZÜMÜ YOK MU?’ başlığı ile tekrar ele aldım. O gün “Yahu beyler bayanlar,
çiçeği burnunda Antalya Valisi HULUSİ ŞAHİN, Büyükşehir Belediye Başkanı
MUHİTTİN BÖCEK ve Muratpaşa Belediye Başkanı ÜMİT UYSAL hiç mi yüreğiniz
sızlamıyor yahu?” diye ifadeler kullanıp herkesin bu ıstırap dolu olaya el
atmasını istedim. Sonu tınnnnnnnn!
Beni bilen bilir.
Bir konuya kafayı taktım mı sonuna kadar kovalarım. Nihayetinde 21 Eylül’de
konuyu ‘YUH OLSUN BİZE’ başlıklı yazımda tekrar ele alarak “Sayın Antalya
Valisi HULUSİ ŞAHİN’den insanlık adına rica ediyorum. Sayın Valim, Kanunlar el
vermiyorsa bile ALLAH RIZASI için bu işlemi yaptırın. İnanın benim gibi
binlerce insanın vicdanı sızlıyor. Eminim sizin de öyledir. Umarım el atarsınız”
cümleleri ile yardım istedim.
Sibel Hanım’ı tanımam,
sadece haberde gördüm ve yüreğim parçalandığı için de bu konuda ısrarcıyım. Sağ
olsun Vali Hulusi Şahin konuya duyarlılık gösterdi. Aynı gün Sağlık Müdürlüğü
ve Emniyet Müdürlüğü’ne talimatlar verildi. ŞİZOFREN Sibel Hanım, önce polis
merkezine sonra da hastaneye götürüldü.
Sonuç ne mi? Dünkü
yazımda belirttim. 22 Eylül’den beri BÜROKRASİ HAZRETLERİ ayak sürüyor. Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde heyete girdi.
Dayanamadım ve
sağı solu aradım. 26 Eylül’de benim ricam üzerine Eğitim Araştırma Hastanesi
Başhekimi devreye girdi ve HEYET RAPORU kargo ile ADLİYEYE gönderildi!
Bakalım mı tekrar
şu BÜROKRASİ HAZRETLERİNE? Hastane ile Adliye’nin arası olsa olsa 1 kilometre.
Tarih 26 Eylül. Bugün ise 5 Ekim. Kuşun kanadına bağlasaydık RAPOR mahkemeye
ulaşırdı değil mi? Ama şu BÜROKRASİ yok mu!
Havalar geceleri
iyiden iyiye serinledi. Amma Sibel Hanım hala sokaklarda. Akli melekeleri
yerinde olmadığı için çevredekilere zaman zaman zarar verdiği oluyormuş. Kimin
umurunda?
Şimdi şu
yaşananlara bir bakar mısınız? Heyet raporu mahkemeye ulaşacak ve onay
verildikten sonra Sibel Baltacıbaşı hastaneye yatırılabilecek tedavi olup
aramıza dönecek.
Ama yok olmaz.
BÜROKRASİ HAZRETLERİ var. Vali bile olsanız sökmüyor bu BÜROKRASİ HAZRETLERİNE.
İnanın benim söyleyecek sözüm kalmadı.
Vali Hulusi
Şahin’in talimatı bile sökmüyorsa bu hazretlere biz ölelim daha iyi!
FİLM GİBİ KOVALAMACA
Bu hikaye ne bir film
sahnesi ne de bir polisiyedeki kovalamaca. Bu bambaşka bir kovalamaca.
Koronavirüs dönemiyle bu şehrin başına bela olmuş bir hikaye.
Herkesin malumu Koronavirüs ile birlikte KARAVANCILIK arttı. Konyaaltı’ndaki cadde ve sokaklar KARAVANCILARIN istilasına uğradı. Öyle ki vatandaşın arazilerine bile çökmüşlerdi!
Şikayetler artınca
Büyükşehir Belediyesi 350-400 araç kapasiteli bir KARAVAN PARK yaptı. Güzel de
oldu. Sonra sahildeki bütün KARAVANLAR kaldırıldı ve park yasağı getirildi.
Ancak bazı KARAVAN SAHİPLERİ kurnazlığa kaçıp bu kez de Muratpaşa Belediyesi sınırları içindeki DENİZ GÖREN PARKLARI istila etti. Zabıta ve polis kovaladı bir ara.
Sonra sokak
araları falan derken bu kez CAMİLER de bu işten nasibini aldı. Cami otoparkları
KARAVAN PARKA döndü. Eski mezbahanın oradaki Hacı Mehmet Çiçek Camisi’nde
olduğu gibi.
Fakat hem cami imamı hem de cemaat bundan çok rahatsız, çevre binalar da öyle. Gece gündüz karavanın içinde alkolünü alan, müziği son ses açanlar var.
Hal böyle olunca caminin
duvarına ‘CAMİ OTOPARKINA KARAVAN PARKI YASAK’ diye pankart asmış yetkililer.
Bu kez de KARAVANLAR sahil manzaralı parklara gitmiş.
Polis-zabıta
kaldırmış, imam-cemaat kovalamış, karavancı da kendi çözümünü bulmuş. Ancak bu
kovalamaca bitecek gibi değil. Kökten bir çözüm gerekli.