BUGÜNKÜ DÜZENDE ‘GAZETECİ’ OLMAK

1990’lı yılların başlarında Mimar Sinan Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümünde okurken peşimden İstanbul’a Antalya Lisesi’nden sınıf arkadaşım Cem Karaca gelmişti. Cem Karaca 19 yıldır Antalya’da Kum heykel festivalini düzenliyor. Kendisi eski bir gazetecidir. Hatta geçmişte Star Gazetesi’nde de beraber çalıştık. Geçen hafta bir araya gelip, eski günleri yad ettik. 

***

Bizim üniversite öğrencisi olduğumuz yıllarda çok sayıda siyasi cinayet ve suikast işlendi. Siyasi iklim de çok gergindi. O nedenle 1990’lı yıllar çok sancılı geçti. Biz de böyle bir ortamda gazeteciliğe başladık. O yıllarda Alparslan Türkeş’ten, Necmettin Erbakan’a, Mesut Yılmaz’dan Bülent Ecevit’e kadar görüşmediğim, takip etmediğim siyasetçi kalmadı. 1996 yılında 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Kurban Bayramı tatili için Beldibi’ndeki bir otele gelmişti. Kahvaltılı bir basın toplantısı organize edilmişti. O zamanlar ben de toy bir gazeteciyim. Basın sigortam bile yoktu.

***

Çalıştığım kurum beni Cumhurbaşkanını takip etmekle görevlendirmişti. Siyasi iklim bozuktu. ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın istifasının ardından hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Refah Partisi Genel Başkanı Konya milletvekili Necmettin Erbakan'a verilmişti. Bunun üzerine Refah Partisi ile Doğruyol Partisi koalisyon hükümeti kurmuştu. Kurulan hükümetin icraatlarından  bazı kesimler rahatsızdı. Kurban Bayramı’ndaki o kahvaltıda rahmetli Demirel, “Demokrasimiz işliyor. Endişe edecek bir durum yok” anlamında yuvarlak bir konuşma yapmıştı.

***

Ben de bunun üzerine “Sistem çalışıyorsa, ülke yönetiminde bir sorun yoksa, biz neyin sancısını yaşıyoruz. Neyin bunalımını çekiyoruz” diye bir soru yönelttim. Bu soru üzerine Demirel hatırladığım kadarıyla özetle “Bugünkü düzeni öpüp öpüp başınıza koyun. Ben altı kere gittim, yedi kere geldim. Dönmeyelim eski günlere” diye bir yanıt verdi. Demirel’in bu açıklamaları ertesi gün gazete manşetlerinde darbe iması olarak yayınlanmıştı. Demirel, ertesi gün yaptığı açıklamada darbeyi ima etmediğini iddia etmişti, ancak sonra ülkede sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemleri başladı.

***

Sonra da 28 Şubat süreci yaşandı. Nitekim 21 Mayıs 1997 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Refah Partisi’nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiğini iddia ederek kapatma davası açtı. Bu süreç Refah -Yol iktidarının da sonunu getirmişti. Bunları niye anlatıyorum? O yıllarda basın kartı olmayan toy bir gazeteci bile cumhurbaşkanını kahvaltı masasında yer alıp her türlü soruyu sorabiliyordu. O yıllarda karakollardan, hastanelerden çıkmıyorduk. Kamu kurumları sonuna kadar gazetecilere açıktı. Hatta adliyelerde ağır ceza mahkemelerinde duruşma salonlarına kamera kurup çekim yapıyorduk.  

***

Örneğin o yıllarda dönemin Hürriyet Gazetesi muhabiri Hüseyin Demir, Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği’ndeki bir takım iddiaları gündeme getirdiği için bacağından vurulmuştu. Hüseyin Demir’e “ayağını denk alması için” silahlı saldırıda bulunanlar ülkeyi bile terk etmek durumunda kalmıştı.  O davayı bile duruşma salonuna tripod kurup kaydetmiştik. Sonra Hüseyin Demir ile 1999’de Star Gazetesi’nde beraber çalıştık. Bize bir görev verildiğinde asla yapmadan dönmezdik. Ya bugün? 

***

 “Nereden nereye” diyesim geliyor. Gazetecilere neredeyse her yer yasak. “Burada çekemezsin. Bunu yazamazsın” filan diyenler oluyor. Bize işimizi öğretmeye kalkanlar çıkıyor. Bırakın iktidar partisini bugün CHP’li belediyelerde bile böyle. Bir haberle ilgili bilgi almak için arıyorsunuz. Başkan beyin izni olmadan konuşamayacaklarını, bilgi veremeyeceklerini  söylüyorlar. “Aman benim ağzımdan bir şey yazma” diyenler oluyor. Kurumlar kendileri bülten hazırlayıp geçiyorlar. Canlarının istediği gibi yazıp yayınlanmasını istiyorlar. Bakıyorsun geçilenlere haber değil; çoğu tamamen reklam!

***

Eskiden “çöpe manşet” derdik böylelerine. Çünkü her şeyi güllük gülistanlık göstermeye çalışıyorlar. Kamu kurumlarını telefonla arıyorsun. Üst makamlardan izin almaları gerektiğini söylüyorlar. Lafa gelince demokrasiden, basın özgürlüğünden, şeffaflıktan bahsediyorlar. Yasak filan yok diyorlar.