BU KÜLTÜR VE MİRAS BİZİM

 Üniversite’den mezun olduğum yıllarda Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne Yüksek Lisans yapmak için başvuruda bulunmuştum.  Ama sınavı geçemediğim için yüksek lisans yapamadım. 

Fakat Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümünden mezun olan bir gazeteci olarak 1990’lı yılların ortalarından bugüne kadar bölgede arkeologların kazı ve restorasyon çalışmalarını, bu konularda düzenlenen bilimsel toplantıları yakından takip edip bunların haberlerini yaparken birçok yeni bilgiye de ulaşma imkanım oldu.

Örneğin, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümünün kurucusu Prof. Dr. Fahri Işık. Uzun yıllar Patara kazılarına da başkanlık eden Prof. Dr. Fahri Işık, bilim ve sanatın atasının Yunanlılar değil kadim Anadolu halkları olduğunu söylüyordu.

Hatta Avrupa Birliği'nin para birimi olan madeni Euro’nun üzerindeki figürlerin de Anadolu'ya ait olduğunu söyleyen Işık, " Euro’nun üzerinde bir boğa resmi, onun üzerinde de bir kadın resmi yer alıyor. Üzerinde de Europe yazıyor. Yunanlılar Avrupalıya senin adını bile ben verdim demek istiyor. Bizim insanımız bunu niye sorgulamıyor. Niye ’ Bu boğa nereden çıktı’  demiyor? Oysa bu boğa, Anadolu baba tanrısının simgesidir. Bu boğa Çatalhöyük'ten beri görülen boğanın figürüdür. Euro’daki kız da Likya beyinin kızı Europe'dir. Mitolojiye göre Likya beyinin kızı Europe Kumsalda arkadaşlarıyla oynarken boğa bunu seviyor. Üstüne alıp götürüyor. Bu kız kim? Europe. Demek ki, ne boğa ne de Europe Yunan değil.  Sami dilinde ise  Europe akşam demek. Akşam ise ; günün batışı demek yani batı demek. Batı Avrupa demek.  Burada bilimsel olarak hiçbir şey Yunan'a ait değil" diye iddiada bulunmuştu.

Demre'deki Aziz Nikolaos'u da Türkiye'nin sahiplenmesi gerektiğini söyleyen Işık, şöyle konuşmuştu:

"Biz Aziz Nikolaos'u da sahiplenmedik. Niye, ‘bu Yunandır, Hristiyan’ diye. Ama böyle bir şey yok. Var sayalımki Yunan. Var sayalım ki Hristiyan.  Ama Aziz Nikolaos bu toprakların insanıysa, gerçekten tek din için pagana karşı savaş açan biriyse, Ashab-ı Keyf neyse bu da O'dur. Tek din için savaş veriyor bu insan. Bu Yunan değil, Anadolu'nun yerlisi. Patara'da doğmuş, soyu sopu Anadolu'ya ait biri. Neden Yunanca konuşuyor?  Çünkü adam rahip. Geçmişte Osmanlıda da bilim Arapçaydı.  Arapça konuştuğumuz zaman biz de mi Arap oluyoruz. Dünyanın birçok ülkesinde İngilizce konuşuluyor. İngilizce konuşanların hepsi İngiliz mi?”

“Aziz Nikolaos da halka dini anlatmak için Yunanca bilmek zorundaydı. Çünkü İncil Yunan'ca yazılmıştı.  Bu adam Hristiyan olduğu dönemde İslamiyet mi vardı? Hristiyanlık'tan 612 yıl sonra İslamiyet ortaya çıktı. Eğer İslam dininde Hristiyanlık hak din ise, kendinden önceki dini kabul ediyorsa, İncil o dönemde bozulmamış idiyse, sen bunu Elmalı'daki Abdal Musa'dan, Hacı Bektaş Veli'den, Yunus Emre'den  Mevlana'dan ayrı tutamazsın. Onunla ancak ve ancak özdeşleştirirsin. Onu nasıl bağrına basıyorsan, bunu da bağrına basmak zorundasın.”

“Çünkü sen buna ‘Rum’ demişsin ve Rum’u Yunan’dan ayırmışsın. Rum Anadolu toprakları içinde, pagan din sonrası, 4'üncü yüzyıldan başlayarak, çok tanrıyı bırakıp, tek tanrıya inanan, yani Hristiyan Ortodoks olan yerli Anadolu halklarına verilen isimdir. Bunların ne kendileri, ne de dinleri Yunanistan'dan gelmiştir. Bu nedenle onları Yunan’dan ayırıp Rum denmiştir. Mevlana Celaleddin Rumi'ye de Anadolu insanı olduğu için Rumi denilmiştir"

Bunları niye anlatıyorum?  Çünkü Anadolu’nun kültürel mirasına sahip çıkmıyoruz. Dışlıyoruz. Horluyoruz. Hatta ‘Cavırlardan kalma’ diye parçalıyor ya da kaderine terk edip yok olmasına neden oluyoruz. Geçen yıl Korkuteli’nin bir köyüne gitmiştim. Köyde diğer yapılardan mimari olarak da işçilik olarak da farklı evler vardı. Yıkılmak üzereydi.  Bir kadın geldi. Başladı anlatmaya. “Bu evi cavırlar yapmışlar. Onlardan kalma” dedi.  Hatta köyü geçtiğimiz yıllarda ziyaret eden İstanbul’un ünlü müteahhitlerinden birinin de bu evleri sorduğunu anlattı.

“Cavırlardan kalma” diye dışladığımız o miras her geçen gün yok oluyor.  Bize ait görmediğimiz, dışladığımız  bu tarihi kimi zaman da   yağmalanacak bir define olarak görüyoruz. Gördüğümüz tarihi eserin altında define var diye düşünüp dinamitlerle, iş makinalarıyla yok ediyoruz. Dedektörlerle dağı taşı tarayıp ne var ne yok  delik deşik ediyoruz.  Bulduğumuzu da haraç mezat satıp kısa yoldan zengin olmaya çalışıyoruz. Sonra da yurt dışına kaçırılan eserlerin iadesi için tonla para harcayıp geri getirmeye çalışıyoruz.  

Yok ettiğimiz aslında kendi kültürümüz. Sonuçta geçmişte bu topraklarda yaşayan kadim halklar buharlaşıp gitmedi. Onlar sonraki gelenlerle kaynaştı.  O kadim halklar bizlerin içimizde yaşıyor. Nitekim bir akademisyenden Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkmenistan’a giden Rahmetli Süleyman Demirel’e  Türkmen başının “Atla gittiniz uçakla geldiniz, çekik gözlü gittiniz çakır gözlü geldiniz” dediğini duymuştum. 

Özetle Orta Asya’daki tarih ne kadar bize aitse, bu topraklardaki bu miras da bizim.