BİZİM DERDİMİZ OLMALI
Teknolojinin çok hızlı değiştiği, güncellendiği, geliştiği
bir dönemi yaşıyoruz. Bu hıza ayak uyduramayan kişiler geçmişle yaşıyor,
toplumlar ulusal arenada geride kalıyor.
Çocukluğumdan hatırlıyorum. Teyzemin kızı ve ailesi memleket
hasretini gidermek için Almanya’dan kısa süreliğine o zamanlar yaşadığımız
şehre döndüklerinde nasıl kullanılacağını bilmediğimiz oyuncaklar, küçük hesap
makineleri, keçe uçlu veya pastel boya kalemler getirip hediye ederlerdi.
İlkokula henüz başlamış yaşımda bu kalemleri kullanmayı beceremezdim ben. O
zamanlar öğretmen okulu öğrencisi olan ablam akşamları gaz lambasının idareli
ışığı altında çizdiği resimleri bu kalemlerle boyar, resim kâğıdındaki
rengârenk görüntü bana Almanya’daki çocukların ne kadar mutlu olduğunu
düşündürürdü. Almanya çocuk dünyamda mutlu çocukların, zengin insanların
yaşadığı bir hayal ülke gibi gelirdi bana.
O günden bugüne çok şey değişti. Gaz lambası yerini
elektriğe bıraktı ve elektrikli ev aletleriyle tanışmaya başladık.
Oyuncaklarmış boya kalemleriymiş, bunları söylemeye gerek bile yok artık.
Ailenin her ferdine ayrı ayrı odalar tahsis edilen dairelere geçişimiz, tek
odalı ve sobalı evleri çoktan unutmamızı sağladı. Yeniliklerin küresel dünyada
haddi de yok hududu da…
Peki, şimdi diyebilir miyiz biz de bilgiyi kullanan, üreten
bir toplum olduk diye? Ya da her evde bundan şu kadar zaman önce olmayan her
şey var, bir de kalkmış yoksulluktan söz ediyoruz, diye kanaatkâr bir toplum
olmadığımızı söyleyebilir miyiz? Filistin’de, Uganda’da yaşayanları düşünerek
hâlimize şükretmemiz gerektiğini işitmemiz, bunu söyleyenleri haklı kılar mı
sizce?
Şükür, var olanla yetinme tembelliğini getirirse inancımızın
emrettiği çalışmayı, ilerlemeyi ve güçlü bir toplum olmayı nasıl başaracağız?
Şükür, kanaat ve tevekkülle mi? Yanlış anlaşılmasın bu kavramlara değer
vermediğimden değil söylediklerim. Karşı duruşum, bu değerlere yanlış anlamlar
yüklenmesine… Akif ne güzel diyor:
“Çalış dedikçe şeriat çalışmadın
durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.
Bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!”
Ülkeler liginde toplumun huzuru, güven içerisinde yaşaması,
güç sahibi olmaktan geçiyor değerli okuyucularım. Emeksiz yemek demek olan,
yeniliklerin ülkeye transferi hazıra konmaktır. Doğru olan ise yenilikleri,
buluşları kendimiz yaparak insanımıza sunmaktır. Doğru olan, kilosu beş liradan
bir tır dolusu ürünü ihraç ederek kilosu iki yüz elli bin liraya cep telefonu
ithal etmemektir. Doğru olan, o cep telefonunun çok daha ileri düzeylisini
yaparak ihraç becerisine ulaşabilmektir. İmkân verildiği, desteklendiği
takdirde bizim insanımızın yapamayacağı şey yok. Bunun örneklerini son yıllarda
ihraç etmeye başladığımız savunma sanayi teknolojisinde, elektrikli otomobil
üretiminde görmekteyiz. Bu örneklerin çoğalması, bizi hem güvenli hem güçlü hem
mutlu insanların yaşadığı bir ülke haline getirecektir.
Çocukluğumda bizde olmayanlarla tanıştığımız zaman
imrendiğim ülkelerin insanlarına artık benim ülkemin çocukları imrenmesin.
Onlar bu ülke topraklarında huzur ve güven içerisinde yaşasın. Hatta ülkem,
mazlum ülkelerin çocuklarına cehennemi yaşatan sözde insanların yönettiği
ülkelere, “Durun!” demesine dahi gerek kalmadan, zulme teşebbüs edemeyecekleri
bir güce ulaşsın.
Ulaşsın ki dünya huzur bulsun. Derdimiz bu…