BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Aralanan büyük salonun iki kanatlı beyaz ahşap kapısından içeriye giren kişilerin ayak sesleriyle uyku mahmurluğuma son veriyordum. Girişte sol üçüncü sırada yerimi almış bir an önce seminer başlasın ve bitsin diye düşünürken gözlerime inanamadım.

***

İki yıl kadar olmuştu sevdiğim adamı görmeyeli. Şartlar ve zaman bizi ayırmıştı. Onun için hiçbir şey değişmemişti ama benim hayatımda büyük bir heyelan yaratmıştı yokluğu. Eskisinden daha bir yakışıklı gibiydi sanki...

***

O beni fark etmeden arka ön sıralara geçerek yerini aldı. Kalbimin ağzında bir kuş kanat çırparcasına beni titretiyordu. Yüzüm kızarmış ve dudaklarım anında toprak gibi çatlamıştı. Yıllar sonra onunla aynı çatı altında olmak bir mucize olmalıydı.

***

Kendimi ona belli etmenin bir yolunu ararken arka sıradan gür sesli beyefendinin biri seslendi. “Beyler ve hanımlar güzel şehrimiz Denizli’ye hoş geldiniz. Seminer sonrası hepiniz benim davetlimsiniz, bahçe de mangal partisi var...”

Salondan teşekkür cevabı anlamında bir tezahürat alkışı koparken göz göze geldik. O da beni görmenin şaşkınlığını gizleyemezken uzun bir süre bakakaldı. Bana bakan gözleri içimi eritiyordu.

***

Yanına oturmak demek ateşe kendimi atmam demekti ki öyle de oldu zaten. İki saatlik seminerin sonuna geldiğimizde sağ bacağımdaki siyah ten çoraptan eser kalmamıştı. Heyecandan delik deşik etmiştim çorabı. Üstelik kapatamayacağım kadar da eteğimin boyu kısaydı.

Kahve alıp birini bana verdi diğerini de kendisi yudumlarken beceriksizliğim paçalarımdan akarcasına kahveyi üzerime döktüm. Bir yandan sıcak suyun tenime değmesi diğer yandan ise vücut ısım sağlıklı hareket etmediğimin izlenimlerini ona vermişti.

***

Yüzündeki tebessümle gel önce odaya çıkalım sen üzerini değiştir sonra ineriz yine diyerek asansörü çağırdı. Odanın kapısına geldiğimde içeri buyur ettim. “Seni fazla bekletmem banyo da giyinirim ben, sen rahat ol lütfen” dedim. O an bir cerrah olduğunu unutmuş gibiydim.

Önce bacağında ki ince çorabı çıkaralım sonra yanık merhemi süreriz, ağrısını alır dediği an doktor olduğunu hatırladım. Sadece mesleğini hatırlamakla yetinmemiş maziyi de tekrar canlandırmıştım zihnimde.

***

Bu adamı sevmekle, kalbimden çok bedenime eziyet ediyordum. Geçen zamana yenilmek bu olmalıydı... İlk benden ayrılıp, Ankara’ya yaptığı yolculuk günü geldi aklıma...

***

O giderken geride kalan ben, sanki savunmasız kalmıştım koca şehirde. Bilmediğim bir ülkenin kaldırımlarında yürür gibi ürkektim. Onca yıl o tutmuştu sanki ellerimden...

***

Onu benden uzaklaştıran her kilometre de sokak sokak, cadde cadde, kapı kapı gölgesini aramaya çıkmıştım. Çaldığım her kapının ardında onu bulacaktım. Sesine çarpacaktım, tenine dokunacaktım, geçmişin tüm özlemleriyle ruhunda aşkı bulacaktım. Dedim ya o giderken diye...

***

HOŞÇA KAL!

O gittikçe ben ona geç kalacaktım. Ben ona yetişemeyeyim diye o daima benden şehir şehir uzaklaşacaktı. Birazdan yaramı sarıp gideceği gibi... Şimdi  “Hoşça kal” deyip arkasına bile bakmadan gittiği gibi...